0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

50. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"EVE DÖNÜŞ."

Herkes bir yerde ama çok az insan gerçekten ait hissettiği yerde.

Sen neredesin?

Ben buradayım işte. 

"Sen sahiden benim karım mısın? Hâlâ inanamıyorum, dur bir daha bakayım." Hazer elindeki nikâh defterine baktı. "Vallahi benim karımsın."

Parlatıcı sürdüğüm dudaklarımı dişledim. "Yok, yanlış bakmışsındır. Kocanım ben senin, bir daha bak..."

Onu alaya aldığımı fark ettiğinde utanıp kızgınca baktı. Omuzlarımı silktim ve gülüşümü saklamadan uzanıp pürüzsüz çenesinden kibarca öptüm. Hazer kızardı ve ben uzaklaşırken, elimi daha sıkı tutarak valizi sürükledi. Her ikimizin de elinde valizler vardı, İstanbul'a az önce inmiş ve şimdi kapılardan çıkmıştık. Kerem ve Leyla bizden bir gün önce, yani dün İstanbul'a inmişlerdi, şimdiyse Kerem bizi almak için gelmişti. Diğerlerinin geleceğimizden haberi yoktu, sürpriz olacaktı. Norveç'te, Kuzey Işıklarının altında geçirdiğimiz masal gibi geceler uzaklarda kalmıştı, daha bu sabah bile şömine seslerini duyarak yatağımızda vakit geçirmiştik ama şimdi İstanbul'daydık. 

Evden ayrılırken ikimiz de buruk hissetmiştik. Çünkü o evde geçirdiğimiz vaktin, mutluluğun eşsiz olduğunu biliyorduk. Birbirimizle hiç olmadığı kadar samimi yakınlıklar kurmuş, sabahlara kadar hiç kimseye anlatmadığımız şeyleri anlatmış, bir insanın diğer insanda keşfedeceği her şeyi keşfetmiştik.

O kadar mutlu hissetmiştik ki, neredeyse kanatlanıp uçacak olmuştuk.

"Hâlâ geç değil Mila, bir sonraki uçağa atlayıp Norveç'e dönebiliriz? Ya da başka bir ülkeye, Güneye mesela? Sıcak bir ülkeye?"

"Herkesi çok özledim. Düşün, henüz doğmamış yeğenimi bile çok özledim..."

"Abdurrahman Han'ım," dedi Hazer.

Çocuğun adı böyle kalacak diye korkuyordum artık.

"Hazer." Sesimin tınısı bir anda değişti. "Rica ederim Gazelle Behram'ın yanında da böyle söyleme. Baskı altında hissediyorlar, istemedikleri halde çocuğun adına Han ismini ekleyecekler senin yüzünden."

Parmaklarımı okşadı. "Han isminin neyi varmış?"

"Şöyle düşün," dedim, otomatik şekilde iki yana ayrılan kapılardan dışarıya çıktığımızda. "Behram ve Gazel'in oğlu, bizim çocuğumuzun en yakın arkadaşı olacak. Yani kalbimden geçen bu. Şimdi kızımız en yakın arkadaşına da mı Han desin, sonuçta babasının adı..."

Hazer başını etrafa çevirip arabamızı aradı ve beni arabamızın olduğu yöne çekiştirirken kafası karışmış göründü. "Doğru, bir tuhaf oldu böyle söyleyince. Sonra kızım kalkıp bana da Han diyebilir. Ben de babacığım öyle şey olur mu, derim o da bana olur babacığım, der. Ben de kıyamam, olsun derim. Ama olmaz yani Mila..."

Kerem'i görünce valizimi bırakıp ona doğru koştum ve kolları arasına girince sıkıca sarıldım. Kerem de aynı şekilde beni kucaklayıp saçlarımın üzerinden öperken, Hazer henüz doğmamış kızıyla araları bozulacak endişesi taşıyarak yanımıza yürüdü. "Mila, Han koymasınlar adını, vazgeçtim..."

Sanki koyacaklardı da...

Kerem’den ayrıldım ve beraber Hazer'e döndüğümüzde, onun bagaj kapılarını açtığını gördüm. Kerem'in omzunun altından onun güçlü şekilde hareket eden kollarını izlerken, "Bu adama üzülüyorum," dedi Kerem, dertli bir iç çekerek. "Evlenip çocuk çocuğa karışınca eski karizması falan kalmadı hiç..."

"Sen öyle san," dedim onu çıplak gördüğüm son anı, yani bu sabahı düşünerek. "Hatta artık daha karizma ve seksi..."

"Ağağağ."

Kerem'in gülüşündeki fesatlığın farkına varınca trençkotunun üzerinden göğsüne hafifçe vurup, "İlahi Kerem," dedim.

"Ne bu samimiyet..." Hazer bagajı kapatıp yanımıza yürüdüğünde Kerem'de uzaklaştı ve bizim için BMW'nin arka kapısını açtı. Ona nazikçe teşekkür edip arabaya yerleşirken, Hazer ona yaklaşıp dik dik ona baktı. "Ne yaptın sen az önce?"

Kerem kaşlarını çatıp, "Ne yapmışım?" Dedi ve ürkerek bana baktı.

Sarılmamızdan bahsediyor olamazdı, Hazer böyle ilkel bir adam değildi. Bir adım daha öne çıkarak Kerem'e biraz daha yaklaşırken, dilini dişlerinde dolandırdı. "Ne yapacaksın, Mila'ya sarıldın, bana sarılmadın!"

Dudaklarımın arasından bir gülme sesi çıktığında Kerem'de rahatlamış göründü ve işaret parmağını Han'ın yüzünü sallayarak, "Yaa salak," dedi ve güldü. "Kıskandın mı?" Utanmış gibi elini yüzüne kapattı. "Çok harikayım ama siz benim yüzümden kavga etmeyin. Bak Hazer, sakın bana olan aşkın yüzünden Mila'yı terk etmeyi de düşünme! Tamam, beni çok seviyorsun ama..."

"La, siktir!"

Hazer Kerem'in cıvımasıyla beraber arkasını döndü ve açık kapıdan içeriye girip yanıma otururken, Kerem'de büyük bir sinsilikle gülüp kapımızı kapattı. Gömleğinin kollarını kıvırarak başını bana çevirdi, göz kırptı. "Korkma, seni boşayıp Kerem'i almayacağım."

"Şu an inanılmaz rahatladım," dedim ve uzanıp gömlek kollarını onunla düzeltirken, yanağımı da koluna sürttüm. "Çok yakışıklısın."

"Hımm..." parmakları bir şekilde yaklaştı, parmaklarıma dolandı. "Sen ondan öyle bakıyorsun... hülyalı hülyalı..."

"Hülya kim?"

"Mila'nın kötü esprileri son gaz devam ediyor demek," dedi Kerem, arabayı çalıştırırken. Havaalanının kalabalığından çıktık. "Aa, fark ettiniz mi? Ben arabaya paravan yaptırdım, arka koltukta daha iyi cilveleşin diye."

Kırmızı kesildim, başımı omzundan kaldırdım ve arabada paravanı ararken, "Çok iyi yapmışsın la," dedi Hazer, bakışları etrafta gezindi. "Hani, nerede?"

"Şaka yaptım lan, şaka! Gülün diye."

Tek gülen kendisi oldu ve arabayı kahkahaları doldururken, Hazer sabırla soludu.

Ardından başımı tekrar omzuna koyup camdan dışarısını izledim ve çizme olan bacaklarımı birbirine yaslayarak elimi Hazer'in dizine koydum. Sabırla iç çektiğinde bile Kerem'e gülmemek için çabaladığını biliyordum. Kerem ortamı birkaç dakika esprisiz bıraksa hadi, espri yapsana, derdi. Kerem sadece bir şoför değildi, hep daha fazlası olmuştu.

Hazer'in parmaklarını saçlarımda fark edince yüzüm cama dönük olsa da gülümsedim. Dalgalı tutamları parmağının etrafına bir kereden fazla doladı ama kurdelemi almadı. Üzerimde lila renkli gömleğim, siyah eteğim, yanımda da üşürsem diye aldığım trençkotum vardı. Sonbahardaydık, Hazerle tanıştığımız aydaydık, kasım ayındaydık. Sahaftan içeriye benim için girdiği, okumasına rağmen ben dokunduğum için aynı kitabı aldığı o kasım ayındaydık. Parmaklarım kolyeme gitti, sevişirken bile üzerimden çıkarmadığım tek şey hep o balerin figürlü kolye olmuştu. Hazer'in de sevişirken bile üzerinden çıkarmadığı şey siyah beyaz ip bilekliklerdi.                    

Düşüncelerimden haberdarmış gibi elini bacağımda gezdirdi.

"Behram sabah bana mesaj attı," dedim, kırmızı ışıkta durduğumuzda. "Çocuğa üç gündür mesaj atmıyor, aramıyormuşsun. O da haliyle merakta kalmış. Ben ikinci lige düşecek adam mıydım, dedi. Bence bir ara."

"Behram mı?" Sesinde bir tık asabiyet vardı, Behram'dan çok bacağımla ilgileniyordu. "O da kim, çıkaramadım?"

"Han," dedim, gözlerimi yumduğumda gün ışığını göz kapaklarımda hissettim. "Behram seni, bizi affetmişti. Sustuğumuz tüm yalanlara rağmen."

Bu onu düşündürmüş olmalı ki, sessiz kalıp çenesini omzuma koydu. Unutulacak kadar zaman geçmemişti, bu yalnızca aylar önce olmuştu. Behram'ı telafi edilmesi zor şekilde incitmiştik, o da zaman geçse de bizi affetmişti.

"Kerem, arabayı Behram'ın evine sür," dediğinde dudaklarıma bir gülümseme kazındı ve kalbime kadar uzandı. "Leo'yu özlediğimden yani..."

Tabi tabi…

Kerem bilindik gülüşünü atıp arabayı soldan çevirdi, Behramla Gazel'in evine sürdü. Onları, kardeşimi göreceğim için çok mutluydum. Leo'mu, sarı civcivimi çok özlemiştim. Her gün, hatta bazen günde iki kez konuşmuştuk ama ona sarılmayı çok istiyordum. Gazel ve Behram'ı da elbette çok özlemiştim ama Leo'nun bana ihtiyaç duyduğunu hissettiğim için onu daha fazla kucaklamak istiyordum.

"Safir Mila..." Hazer'in adımı söyleyişindeki bir şey gözlerimi açıp ona dönmeme sebep oldu. "Bugün için doktor randevusu aldım. Doğum kontrol yöntemleri için bir doktora danışalım istedim. Bilgisizce hap kullanmak düşününce bana mantıksız geldi."

Başımı sakince salladığımda, boynumun köşesinden öptü. Gülümseyip saçlarımı parmaklarıma doladım, bu konu hakkında bir şey söylemedim. Çocuk sahibi olmayı çok fazla istediğini biliyordum, yirmi dokuz yaşındaydı ve baba olmak için daha fazla gecikmek istemiyordu. Ben hem okuyup hem çocuk yetiştirebilirdim ama bunu planlamak istemiyordum. Kendiliğinden olursa olurdu, olmazsa da ilerleyen yıllarda zaten kendimiz isteyerek denerdik.

"Gazel'in karnı büyümüştür," dedim, heyecanla ona dönerken. "Giderken hediye alalım."

"Daha doğmamış çocuğa mı?"

"Şiş alıp patik mi örsem..."

"Canım benim, sen ne anlarsın patikten..."

Kerem ön taraftan, "İyice yaşlı neneye bağladı," dedi, biraz korkmuş görünerek.

"Ya, o benim oğlum sayılır," dedim duygulandığımı hissederek. Ona ne hediye alabilirdim, teyzesi olarak alacağım ilk hediye olacaktı. Özel bir şey olmasını düşündüm ama bir türlü bulamadım. Gazellerin eve gitmeden önce bir AVM'ye girdik, tatlı aldık ve ilk yeğenimiz için hediye baktık. Hazer ona Beşiktaşlı forma almamız gerektiğini düşündü, hatta bununla da kalmayıp Beşiktaş forması aldı. Forma o kadar tatlıydı ki, itiraz edemedim. Ben de meleğimiz için bir albüm aldım, madem Hazer fotoğraf çekmeyi çok seviyordu, dünyaya geldikten sonraki günleri fotoğraflayabilirdi. Hepsi bu albümde birikirdi. İleri de olursa eğer kızımızın fotoğrafları da bu albüme eklenirdi.

"Mila, düşünsene Behram'ın oğlu rockçı olup kulüplerde çıkıyormuş."

AVM'den çıkarken o kadar ansız bir kahkaha attım ki, kendime gelebilmek için elimi dudaklarıma koymak zorunda kaldım. "Behram'ın yanında da bahsetme bundan, adamın kalbine iner..."

"O zaman kesin bahsedeyim..."

Kerem yetişip Hazer'in elindeki torbaları aldığında ona gülümseyip teşekkür ettim. Koltuğa tekrar yerleşip eşimin yanında seyahat ettim. Maalesef Hazer'in söyledikleri aklımdan çıkmadı, Behram'ın yanında siyahlara karışmış, yüksek sesle şarkılar dinleyen, hırçın bir rockçı hayal ederken arabanın içinde kıkırdayıp durdum. Hazer saçlarımı okşadı ve aklımdan geçenleri bildiği için tebessümle beni izledi.

Gazellerin yaşadığı sokağa girdiğimizde heyecanla doğruldum, araba birkaç saniye sonra durdu ve Hazerle aynı anda indik. Kapıyı örtüp saçlarımı düzeltirken, çantamla trençkotumu elimde tutarak bahçe kapısına yöneldim. Hazerle Kerem hemen bir adım arkamdan, konuşarak gelirken heyecanla bahçeyi yürüdüm. Duygusal birisiydim ve şimdi Leo'yu, arkadaşlarımı görecek olmak neredeyse beni ağlatacaktı. Kapıya kadar yürüdüm, Han'ın saçlarımı düzelttiğini hissederken, kulağımı kapıya dayayıp içeriden gelen sesleri dinledim.

"Gazel, şu çocuğu doğurur musun artık, benim hiç arkadaşım yok," diyordu Leo.

Kıkırdayıp heyecanla kapıyı çaldım, saniyeler içinde koşuşturma sesleri geldi. "Behram eniştem geldi," diyerek kapıya koştu Leo ve Hazer arkamdan tek eniştesi bendim kancığın, diye söylenirken kapı hevesle açıldı.

Beni görünce Leo'nun gözleri kocaman oldu, dudakları açıldı. Eli kapının kulpundan indi ve ufacık eli ağzının üzerine kapandı. Gözlerim, onu görmenin mutluluğuyla ışıldarken dizlerimin üzerine indim ve onu hızla kendime çektim. "Abla! Ablacığım... Canım ablam benim, gelmişsin!"

"Leo, seni çok özledim!"

Gazel'in bağırtısını duydum ve onun koşarak koridora çıktığını görürken, Leo'yu sımsıkıya kucakladım. Kollarımın arasında heyecanla tepinip zayıf kollarını boynuma doladı, saçlarımdan ve peşi sıra yanaklarımdan öperken, Gazel de şaşkınlıkla buraya doğru ilerledi. Ona gülümseyip Leo'nun altın sarısı saçlarından öptüm. "Yedin kızı," diye mırıldandı Han, Leo'ya takılmak için.

Leo sanırım duygulanmış olmalı ki başını boynuma gömdü, omuzları sarsıldı. Ah, bebeğim benim. Sahiden ablasını çok özlemişti. Onun yüzünü kaldırıp ıslak gözlerinden öptüm. "Çok mu özledin sen ablanı?"

"Ço... Çok... Hep korktum, bir daha gelmezsin diye..."

Tabi, sürekli terk edildiğini hissederek büyümüştü, psikolojisini ve burkulan yüreğini anlayabiliyordum. Onu bir daha bu kadar uzun süre yalnız bırakmamayı kafama yazdım. "Asla," dedim, tüm kalbimle ona güvence vererek. "Yemin ederim ki seni asla bırakmayacağım."

"Biliyorum ablacığım." İç çekerek yanağımı okşadı, dudakları tatlı şekilde titriyordu. "Sen gitmek istemedin, eniştem zorla götürdü zaten..."

Ah, şey...

Hazer küçücük çocukla alay etti. "Bir de şöyle kollarıma doğru bayıl istersen Leo..."

"Bundan sonra benim tek eniştem Behram," dedi Leo, Hazer'e çocukça bir trip atarak ve tekrar bana dönerek yüzüme hayran hayran baktı. "Çok güzelleşmişsin ablacığım..."

Onu bir daha göğüs kafesime bastırıp sıkıca sarıldıktan sonra nazikçe ayrıldım ve doğrulup bana dolu dolu gözlerle bakan Gazel'e doğru iki adım ilerledim. Aynı anda birbirimizin kollarına atılıp kuvvetlice sarıldık, şiş karnını aramızda hissettiğimdeyse afallayıp hızla geriye kaçtım. "Gazel... Bu inanılmaz."

Geriye kaçmama aldırmadan beni kendine bir daha çekip kollarını boynuma sardı, burnunu omzuma sürttü. "Bu gerçekten inanılmaz Mila, karnım her geçen gün daha da büyüyor."

Sırtını aşağıya yukarıya, yumuşakça okşadığımda aldığı kiloları hissetmek beni gülümsetti. Geriye çekildim ve Keremle Han'da içeriye girerken, ellerimi Gazel'in karnına yaslayıp güldüm. "Yanakların da şişmiş, çok tatlı görünüyorsun."

Hazer uzanıp Gazel'in o tatlı yanağından makas aldı. "N’aber kız? İmamım nerede?"

"Camide. Birazdan gelir." Hazer'e gülümsedi.

Çok güzel, tatlı, parlak görünüyordu. Yanakları kızarıktı, gözlerinin içi adeta gülüyordu. Bu kadar güzel gülen gözlerin ağlayabileceğine hiç inanası gelmiyordu insanın. Yirmi iki yaşındaydı ve hayatının en mutlu zamanlarını yaşadığı çok belliydi. Parlak, yumuşak saçlarına uzanıp kulağının arkasına koydum. "Leo'da çok çok iyi görünüyor. Sana ne kadar teşekkür etsem az Gazel, o kadar iyi bakmışsın ki ona..."

"Ben de Gazel'e baktım," diyerek bacağıma sarıldı Leo. 

Gazel onun saçlarını okşamak için elini uzattı. "Saçmalama Safir, sen nasıl kardeşimsen, Leo'da kardeşim."

"Üç kardeşiz." Leo zıpladı.

Gazel Kerem'e, sonra da Hazer'e sarılmak için benden uzaklaştığında, eğilip kardeşimin yanaklarından bir daha öptüm. Kulağına fısıldadım. "Farkında mısın, artık kocaman bir ailen var."

Heyecanla başını salladı. "Si si."

İspanyolca aksanına gülümseyip doğruldum ve Gazel'e sarılıp Keremle Han'ın arkasından salona yürüdük. Oturmadan önce banyoya ilerledim, yolun kirini atmak için ellerimi birkaç kere yıkayıp yüzüme su çarptım. Banyodan çıktığımdaysa adımın seslenildiğini duydum ama salondan gelmiyordu ses. Tanıdık başka bir sesti. Gülümseyip sesleri takip ettim, mutfağa girdiğimde Fıstıkla Fındık'ı kafesiyle birlikte tezgâhta gördüm. İkisi de adımı bağırıyordu. İçeriden sesleri duymuş olmalılardı. Yaklaşıp Fıstık'a, sonra da Fındık'a öpücük attım. "Sizi de çok özlemişim çifte kumrular, hâlâ atışmaya devam mı?"

"Sarma vardı, yer misiniz?"

Gazel’in mutfağa girerken sorduğu soruyu duyduğumda iştahla dudaklarımı yaladım. "Uçakta bir şeyler atıştırdık ama sarmaya hayır demem."

Buzdolabına kadar ilerleyip içinden geniş bir cam tabak çıkardı, tezgâha yöneldi. "Norveç nasıldı? Balayınız? Çok mutlu görünüyorsun."

"Çok mutluyum," dedim, sesimdeki neşeyi saklamakta zorlanıyordum. "Kuzey ışıklarının altında dans ettik, inanabiliyor musun? Kuzey Işıklarının altında! Ben hâlâ inanamıyorum. Sonra Kuzey Işıklarının altında se... sohbet ettik."

Gazel pervasızlığımı görmezden gelip üstünde durmadı ama sinsi gülüşünü yakalayıp ofladım. "Tabi, sohbettir o... Neyse, sonunda Kuzey Işıklarını gördün demek ki? Azme bak, göreceğim dedin, gördün. İmreniyorum sendeki şu kafama koyduysam yaparım hallerine. Sen bu gidişle kariyer de yaparsın çocuk da..."

Buzdolabından bu kez cam bir sürahi içinde ayran çıkardığında hızla yetişip elinden aldım. Gözlerini devirdi. "Abartma Mila, bir litre ayranı da taşırım yani..."

Hızla yanağından öptüm. "Biz senin yerine taşırız."

"Harbiden ya, ben neden sinirleniyorum ki. Bence de benim yerime taşıyın..."

Ayranı bardaklara aktardım ve bardakları da tepsiye koyarken gülümsedim. Gülümseyerek karnını okşamaya başlamıştı, oğluna çok içten şekilde bağlandığı belliydi. Gazel'in Behram'a sarılırken bile böylesine mutlu olduğunu görmemiştim, bu bambaşka bir şeydi. Hissettiğini anlamam için anne olmam gerekirdi, yoksa anlayamazdım. 

"Kaç ay kaldı şimdi?" Diye sordum, tepsiyle bahçeye çıkarken. Bu bahçe güneşi çok iyi alıyordu, gül kokuları etrafı sarmıştı. Tepsiyi ahşap masaya bırakıp arkamdan yürüyen arkadaşıma döndüm.

"Erken doğum olmazsa üç buçuk ay," dedi, sesi mahzunlaşmıştı.

"Neden erken doğum olmazsa dedin ki? Bu hamileliklerde sık görülen bir şey mi?"

Başını bana kaldırdığında rüzgâr güzel saçlarını uçuşturdu. Uzanıp şefkatle saçlarını düzeltirken gözlerinin bir anda dolduğunu görüp kaygılandım. "Psikolojik, ağır ilaçlar aldığım için hamileliğim bir tık riskliymiş, bu yüzden erken doğum olabilirmiş. Doktorum... çok endişe etmememi söyledi ama kendime çok dikkat etmemi de ekledi. Bu yüzden erken doğum da ihtimaller arasında. Resmen kendi hastalığım yüzünden bebeğimi riske attım!"

"Şşt, sakin ol." Yumuşak bir sesle onu sakinleştirmeye çalıştım ama benim de kalbimi bir korku kaplamıştı. Yine de güven verici şekilde gülümseyip elimi, karnındaki elinin üzerine koydum. "Onu burada sabırsızlıkla bekleyen çok kişi var, bence o da şimdiden bunu fark edip bize kavuşmak için gün sayıyordur. Hatta bu ilgiden biraz da sıkılmıştır, o yüzden senin karnında bekleyip tam gününde doğar."

"Şapşal mısın ya?" Gülmekle ağlamak arasında bir garip ses çıkarıp göğsüme vurdu. "Sanki hamile değil de bipolarım, o kadar hızlı değişiyor duygularım."

Konuyu dağıtmak için, "Yeğenime isim düşündünüz mü?" Diye sordum heyecanla. Yanağından makas aldım. "Şey, fikrimi sormak istersen ben de birkaç isim düşündüm."

Kıkırdadı. "Hayır, sormuyorum."

Kalçasına bir tane vurup mutfağa geri döndüm, neyse ki anlık gerginliği kaybolmuştu. Hamileliğinde risk olduğundan hiç bahsetmemişti ama elbet o kadar ağır ilaçların olumsuz etkileri de olurdu. Yüzümdeki sıkıntıyı çaktırmadan tezgâhtaki sarma tabağını alırken, bir elin tabaktaki sarmalara uzandığını gördüm ve yüzük sayesinde Hazer olduğunu anlayıp tebessüm ettim. Ona döndüğümde yarısını yediği sarmayı dudaklarıma uzattı, ağzımı açıp sarmayı yedim. Parmağı dudağımda kaldı ve sarmayı yerken kaşlarını çattı. "Gazel böyle sarma yapmayı nereden öğrenmiş?"

Evet, gerçekten tadı harikaydı. Zeytinyağlı ve limonlu. Dayanamayıp bir sarmayı daha ağzıma atarken, "Sarmaları alıp kaçsak mı?" dedim.

Arkamızdan bir ses geldi. "İmamın evinde hırsızlık mı?" 

Hazer parmaklarını dudağımdan çekti ve başını arkaya çevirdi. Gülümseyip başımı yana doğru eğdim ve mutfak kapısındaki Behram'ı gördüm. Üzerinde siyah, ilk düğmesi açık bir gömlekle koyu kot pantolonu vardı. Sanırım saçları rüzgârda dağılmıştı, karmaşık görünüyordu. Yüzünde şaşkın ama mutlu bir ifade vardı, Hazer'i görünce resmen gözleri ışıldamıştı. Ona el sallayıp, "Hazer'den gözlerini alamıyorsun," diye takıldım.

Behram bana mahcup bir bakış atarak ensesini kaşıdı, içeriye doğru bir adım daha geldi. "Hoş geldiniz. Çok şaşırdım, hiç haber vermediniz." Bakışları tekrar Han'a döndü, onun tepkisizliğiyle kafası karışmış göründü. "Hazer'de... Son günlerde beni hiç aramadığı için tamamıyla sürpriz oldu."

Gözlerimi kırpıştırıp Hazer'e döndüm, uzanıp elinden tuttum. Sorun kalbim ve onun kırılmasıysa artık kırgın değildi, bunu ona anlatmıştım. Hazer'de bir adım öne çıkarak Behram'a dik dik baktı. "Balayımda da seni aramayayım bir zahmet. Hayır, balayımda seni düşünüyorsam tercihlerimden de şüphe edeyim."

Gülmemek için dilimi ısırdım, bu olayı öğrenene kadar Behram'a hasret duyan bendim sanki.

Hazer güldüğümün farkına varıp kalçama çimdik attığında, Behram'ın rahatladığını gördüm ve sarılmak için Hazer'e uzandığında derince bir nefes verdim. Hazer konuyu açmamıştı, onu neden aramadığıyla ilgili olarak balayını bahane etmişti. Bir an gerçekten Behram'a olan kırgınlığını gösterecek sanmıştım ama o istediğim gibi bunu kalbinin arka kapısına saklamıştı. Bir an bocaladı ve ardından elleri Behram'ın sırtında buluştu. "Ben de seni özledim."

"Özlemiş miş... Bırak, aklına geldik mi acaba?"

Hazer ondan ayrılırken dargınmış gibi göründü. "Her an seni düşündüm, vallahi!"

Behram biraz ürkmüş göründü, bana baktı ve tekrar Hazer'e döndü. "Umarım her an düşünmemişsindir... Tövbe, tövbe..."

Hazer sinsilikle sırıttı, Behram utanıp onu elinin tersiyle itti ama Han'ın sataşmalarını özlediği besbelliydi. Mutfağa ve koridora bakınıp, "Gazel nerede?" Diye sorduğunda, başımı bahçeye çevirdim. "Bahçede..."

"Şey, ben bir bakayım nasıl..."

Hamile olduğu için Gazel'in üzerine daha bir başka düştüğü belliydi, gülümseyerek kafamı salladığımda Hazer'in omzunu dostane bir şekilde sıkıp bahçeye yöneldi. Arkasından biraz bakıp eşime döndüm, elimi uzak tutamayıp yüzüne koydum, sevgiyle okşadım. "Gracias."

"Ben gracias..."

Dudaklarıma büyüğünden bir gülümseme yerleşti. "Bilerek yapıyorsun."

"Evet, şimdi seni öpeceğim mesela. Bu da bilerek olacak."

Ben daha karşı koyamadan, siper alamadan dudaklarını dudaklarımda hissettim ve sırtım tezgâha çarptığında, gömleğinin yakasından tutarak sert öpücüğünü karşılamaya çalıştım. Vücudum hemen birbirinden sıcak anıları hatırlayıp adeta eridi ve Hazer'in elleri sırtıma çıkıp kanatlarımı ararken, dudaklarım onun dudaklarında aşkla gezindi.

"Tövbestağfurullah..."

Hazer'i hızla ittirdim ve Behramla Gazel'i görür görmez arkama dönüp titreyen ellerimle tabağa uzandım. Han'ın da biraz kızarıp bozardığını anladım, Gazel'in gülme sesi geldi ve Behram mutfaktan çıkarken, üç aya kalmadan kesin bana yeğen gelecek, dediğini duyup morardım. Gazel elimdeki sarma tabağını aldı ve gülerek bahçeye çıkarırken, kızgın bakışlarım Hazer'i buldu. "Rica ederim olur olmadık zaman..."

Uzanıp dudaklarımdan sert ve hızlı bir öpücük kapıp geri çekildi.

Elimi dudaklarıma götürdüm. "Aşk olsun..."

"Olsun diye öpüyoruz herhalde kızım..."

Ona karşı koymak ölesiye zordu ama nasıl yaptıysam bir şekilde yapıp arkamı döndüm, ellerimi sıcaklayan yanaklarıma koyup bahçeye çıkarken arkamdan ıslık çaldığını duydum. Eteğimi düzeltip bahçeye çıktım ve temiz havayı içime çekerken, Leo'nun şirin kahkahalarını duyup gülümsedim. Ben daha arkamı çevirip bakmadan Leo, Kerem'in omuzlarında bahçeye çıktı. Bahçede yürürken, Leo'da kollarını iki yana açıp Kerem'e teşekkür etti.

"Hadi Kerem abi, şimdi de at ol..."

"Yok devenin şeyi," dedi Kerem.

Leo hemen üzülerek, "Kerem abi mızıkçılık yapıyorsun ama," diye sızlandı.

Kerem ona kıyamayıp başını salladı ve Leo ellerini heyecanla çırptı. Hazer arkamdan yaklaşıp benim gibi onları izlemeye koyuldu, Kerem eğilip Leo'yu omuzlarından aşağıya bıraktı ve ardından dizlerinin, ellerinin üzerinde biz pozisyon alarak atmış gibi davrandı. Leo heyecanla onun sırtına bindi. "Hadi, kişne..."

Hazer'in boğazından gülme sesi çıkarken, Kerem de kişnedi. "Aiii aiii aiii..."

"Bugün ki at belli," diyerek bahçeden çıktı Behram, saçlarını karıştırarak. 

Gazel'de onun arkasından geldi ve Kerem'in çaresizliğine gülerek masaya yöneldi. Hafifçe üşüdüğümü hissedip kollarımı ovuştururken, Hazer'de belime bastırarak beni masaya teşvik etti. Gazel'in karşısına, Hazer'in de yanına oturup sarmalardan birisine uzandım. "Bunlar çok lezzetli," dedi Hazer, dudaklarını yalamadan önce. "Nereden öğrendin bunu yapmayı?"

"Şey... Muazzezle yaptık, yani içini o hazırladı, beraber sardık... Sağ olsun, ihtiyacım olur diye sürekli benimle."

Masada bir anlık sessizlik oluştu. Gülümsememi devam ettirmekte biraz zorlanıp lokmamı yuttum ve ayran dolu bardağı önüme çekerken, Hazer'in bir an için Behram'a baktığını gördüm. Sonrasında elini sildi, Gazel'e başını salladı ve kolunu omzuma atıp yalnızca benimle ilgilendi. "Ellerinize sağlık," dedim başımı Leo'ya çevirerek.

"Sen... Bana biraz bozuk musun?" Behram Hazer'e yöneltmişti bu soruyu.

Masanın altından Han'ın dizini sıktım, Gazel'de şaşkınca gözlerini ikisi arasında çevirirken, "Sonra konuşuruz," diye mırıldandı Hazer, üzerinde durmadan ve bana dönüp yanağımı okşadı.

Behram kaş göz yaptı, huzursuzca Han'a baktı. Ben de Gazel'e baktım, dudaklarımı sessizce kıpırdatıp sorun olmadığını söyledim. Onu yok yere üzeceğime kafama bir taş falan vurmayı tercih ederdim. Bir sarma daha kapıp masadan kalktım, Leo'nun yanına koştum. Onu ansızın Kerem'in omuzlarından alıp kaldırdım, neye uğradığını şaşırıp gülerken kollarımın arasında döndürdüm. "Ablacığım, bir şey söyleyebilir miyim?"

Başının dönmesinden endişe edip onu durdurdum, yere bırakıp dağıttığım saçlarını okşadım. "Ben senin o cıvıl cıvıl sesini çok özledim, ne istersen söyle tabii ki."

"Mustafa Kemal'i çook özledim, beni ona götürür müsün?"

Tabi ya, özlemez olur muydu. Ben de annemle Kemal'i çok özlemiştim, bu akşam onlara da sürpriz yapmayı konuşmuştuk. Bu meleği de yanımda götürürdüm, Mustafa Kemal bana biraz kızgındı ama Leo'yu çok özlediğine emindim. "Sen iste ben seni dünyanın öbür ucuna bile götürürüm Leo."

"Ablacığım, o zaman beni Disneyland'a götür!"

Ben daha bir tepki veremeden, "Ben bu gidişle fakir olacağım," dedi Hazer.

Leo ona döndü. "Paralarımız mı bitiyor?"

Hazer'in sessiz gülüşünü fark edip Leo'yu kendime çevirdim. Ona doğrusunu anlatma gayretiyle, "Onlar eniştenin parası," diye fısıldadım. Yanağını okşadım. "Sen ihtiyaçlarını bana söyleyeceksin, eniştene değil."

"Çocuğun aklına yanlış şeyler sokuyorsun," diyerek yanıma yaklaştı Hazer ve Leo'yu ellerimden alıp kucağına kaldırdı, kalbine doğru bastırıp ellerini sırtında birleştirdi. Leo'da kolunu Han'ın boynuna dolayıp meraklı şekilde onu dinledi. Elimle gömleğinin ucuna tutunup kafamı iki yana salladım. "Ben seni Disneyland'a götürürüm."

Leo'nun gözleri neşeyle açıldı, biraz duygusallıkla doldu, başını hevesle salladı. "Yok enişte, götürmesen de olur, götürürüm demen yetti."

"La sen beni mi deniyorsun, sen benim hassas duygularımla mı oynuyorsun?"

Leo Hazer'e kıkır kıkır gülerek ona sarıldı ve eniştesinin yanaklarından öptü. Eve adımımızı attığımız ilk an biraz tripliydi ama şimdi onu da benim kadar özlediği belliydi. Han'da onu aynı sevgiyle kucaklayıp göğsüne bastırdı, gün ışığında daha parlak görünen sarı saçlarından öptü. "Ama yine de çok ısrar ediyorsan gidebiliriz enişte..."

Uzanıp Leo'nun kolunu ısırdığımda bana dönüp hırladı, imalı şekilde Han'a baktım ama o sanki Leo bu huyu kendisinden almamış gibi ayıp, dedi Leo'ya. Güldüm, saklayamıyordum, gülerken ses çıkarmaktan korkmuyordum. Her şeyimi aldı benden, kötü olan her şeyimi. Parmaklarımla gömleğini sıkıp Leo ile şakalaşmasını izledim, onun her yaştan bir adam olduğunu düşünürken ne kadar haklı olduğumu anladım. 

Canım benim.

Leo terlediğini söylediğinde Hazer onunla yakındaki büfeye gidip dondurma almak için evden çıktı. Behram'da onlarla gitti, baş başa kaldıklarında bir şeyler konuşacak olmalılardı. Gazelle içeriye geçtiğimizde ona hediyelerimizi vermek için torbayı heyecanla yanına taşıdım, açıp albümü gösterdim. İçi henüz boştu, meleğimiz doğduğunda benzersiz anlarımı fotoğraflayıp bu albüme koyacaktık. Gazel Hazer'in Beşiktaş forması aldığını gördüğünse kahkahalara boğuldu, onun fanatikliğiyle dalga geçip hayret, hâlâ seni maça götürmedi, dedi.

Hakikaten hayret.

Sevgilim döndüğünde ben de Leo'nun eşyalarını misafir odasından toplayıp küçük valize koymuştum. Onun geldiğini pencereden görüp sokak kapısına koştum, kapıyı açtığımda Behramla onu yan yana gördüm. Gülmüyorlardı ama kavgalı da görünmüyorlardı, yalnızca durgunlardı. Bahçeye çıkarken Leo'nun çenesinden akan dondurmayı görüp gülümsedim, arkasından külahta bir dondurma çıkarıp bana verdiğinde neşeyle yanaklarından öptüm.

"Sen çilekli seviyormuşsun abla, eniştem öyle dedi."

"Siii."

Dondurmamı yerken eve girdim, valizi alıp kapıya bıraktım. Gazel arkamdan yetişti, Behram'a sarılıp onun elinden dondurmasını kaptı. Gülümsedim ve Han Leo'nun çantasını arabaya götürürken, Gazel'e sıkıca sarıldım. Karnını, yeğenimi tekrar aramızda hissedince kıkırdadım. Eğilip karnından öptüm, yeğenimle vedalaştım, sonra Behramla. Hazer'de dönüp Behramla sarıldığında birbirlerine kırgın kalmadıklarına şükrettim, Leo'nun Gazel'e yürüyüp sarılmasını izledim. Kollarını Gazel'e dolayıp, "Kardeşimi öpebilir miyim?" Dedi, biraz utangaç şekilde. Gazel onun karnını öpmeyi istediğini anlayıp başını salladığında Leo tatlı bir öpücük koydu. "Ben gelmeden doğma tamam mı?"

Behram onun başını şefkatle okşayıp, "Doğmaz, doğmaz," dedi.

Leo bu kez Behram'a ilerledi, onun bacaklarına sarılıp iç çekti. Behramla Gazel'e alıştığı çok belliydi, on günden fazladır buradaydı. Onun gibi bir çocuk için vedalarda kavuşmalar da fazla duygusaldı. Ağlayıp Gazel'e bir daha sarıldı. "Gazel sakın ağlama, ben yine geleceğim..."

"Tabii ki gel ama ağlamıyorum canım, merak etme..."

"Ağlasana o zaman! Bak, ben ağlıyorum!"

Hazer eğilip onu gıdıkladı, ardından kucaklayıp arabaya götürdü. Bir daha arkadaşlarımla vedalaştım, arabaya binerken el salladım. Bizi geçirmek için bahçeye kadar çıktılar, Gazel Behram'ın omzunun altından bana öpücük attı. Kıkırdayıp koltuğa yerleştim, Kerem ıslık çalarak şoför koltuğuna geçti ve araba yavaşça hareket etti. Camların ardından onlara baktım ve Behram'ın eve giderken Gazel'i kucakladığını görüp gülümsedim. Leo dizlerime uzanıp Hazer'i koltuğun diğer tarafına ittiğinde, Hazer esneyip başını arkaya koydu, gözlerini kapattı. Gün ışığının çillerinde gölgelenmesini izlerken, Leo'nun parlak saçlarını okşadım.

"Mustafa Kemal'e mi gidiyoruz?" Diye sordu Leo, dizlerimde.

"Hayır oğlum, daha önce bir yere uğramamız lazım." Han'ın sesi daha yorgun çıktı ve şakağını ovuşturdu. Uçak yorgunluğunun üstüne Behramla'da tatsız şeyler konuştuğu belliydi ama sormadım, daha fazla müdahale etmek istemedim.

"Oğlun mu?" Leo başını dizlerimden kaldırıp Hazer'e döndü ve gidip ona sarıldı, başını göğsüne koydu. "Oğlun muyum ben senin?"

"Yani... Tabi istersen oğlum da derim."

"De." Leo bununla mutlu olmuş gibiydi. Çocuklar küçücük şeylerle mutlu oluyorlardı, tıpkı kendileri gibi küçük şeylerle.

İlişkilerinin güzelliği yüreğimi tatlı bir mutlulukla sardı. Parmaklarımla Leo'nun pantolon paçasına gülümseyip Han'ın yüzüne baktım. Çoktan Leo'nun saçlarını okşamaya başlamıştı, bir yandan da şakağını ovup duruyordu. Saçlarını birkaç kereden fazla karıştırmıştı, güneş sayesinde saçlarında kızıl tutamlar görüyordum. Yakışıklı çehresinde bir huzursuzluk vardı, silip götürme dürtüsüyle eline uzandım. Parmaklarımı hissedince ürperdi, yüzüklerimiz çakışana kadar okşadım elini ve baş parmağımı bileğinin içine koyarak nabzını saydım. Yanakları hafifçe kızardı, dudakları kıvrıldı. Başımı yana eğmemle beraber saçlarım birleşen ellerimize düştü ve Han bir tutam saçımı parmağına doladı.

"Gülümsüyor musun? Öyleyse gözlerimi açacağım, bakıp geri kapatacağım."

Fısıldayarak, "Gülümsüyorum," dedim.

Kirpikleri telaş etmeden kıpırdadı, sonra göz kapakları açıldı ve amber gözleri doğrudan gözlerimle bağ kurdu. Sonsuz bir mutlulukmuş gibi durdu gözleri, sonra dudaklarımı buldu. Gülümsememi görüp, "Güzel," dedi ve ardından tekrar yumdu gözlerini. "Gülümsemeye devam et."

Sonrasında konuşmadık, okşamayı bırakmayı istemeyince ben de saçlarımı çekmedim. Araba bir kliniğin önünde durunca Kerem arka koltuğa geçti, Leo'yu oyaladı. Biz de arabadan indik, el ele tutuşup kliniğe yürüdük. Bir yandan çantamın askısını tutarken diğer yandan da Hazer'in elini tuttum. İçeriye girdik ve lobide görevli hanımefendi bizden biraz beklememizi isteyince yan yana koltuklara oturduk.

Sıramız geldiğinde hanımefendinin odasına el ele girdik, karşılıklı koltuklara oturduk. Hanımefendi ikimizin de biraz utangaç olduğunu fark edip konuyu bizim yerimize açtı, doğum kontrol yöntemlerinden bahsetti. Birkaç test yaptık ve az sonra tekrar odasına döndüğümüzde bana birkaç ilaç yazdı. Düzenli olarak kullanabileceğimi söyledim, Hazer'de ilaçları ben içebilirim, dedi. Doktor hanımefendi de ona, Hazer Bey, siz zaten hamile kalamazsınız, dedi. 

Hazer Han doktora dik dik baktı.

Hanımefendinin odasından ayrıldığımızda Han'ın şapşallığına hâlâ gülmemeye çalışıyordum, o da bunu fark edip bana huysuzca bakıyordu. Aşağıya indiğimizde arabamıza kadar yürüdük, kapıyı açarken, Kerem'in Leo'ya, anlaştık, gece hiç uyuma, dediğini duydum ama buna bir anlam veremedim. Kerem'de gülümseyerek arka koltuktan indi, şoför koltuğuna geçerken Han'a sırıttı. Kocam bunu görmeden arabanın arka koltuğuna yerleşti, Leo'yu kucağına çekti. Kafamı iki yana sallayarak koltuğa yerleştim, kapıyı kapatıp Leo'nun yanına yerleştim. Kardeşim Han'ın göğsünde yatarken bana da gülümsedi. "Eniştem kocaman, üstünde çok güzel yatılıyor."

Saçlarımı yavaşça düzelttim. "Evet, sahiden öyle."

"Sen de eniştemin üstünde yatıyor musun?"

Bakışlarımı Leo'dan kaçırdım. "Neden böyle sorular soruyorsun sen?"

"Sohbet ediyoruz işte ablacığım, seni çok özledim..."

Şirinliğine gülümseyip eğildim, onu gıdıklamaya başladım. Gözleri fal taşı gibi açıldı, çığlık atıp elimden kaçmaya çalıştı. Paçalarından tuttum ve onu kendime çekip koltuk altlarından gıdıklamaya devam ettim. Hazer Han gözlerini kapattı ama neşeli seslerimizi sevmiş olmalı ki gülümsedi. Leo'yu yorulana kadar gıdıkladım ve araba Bahar annemin evine yaklaşırken, onu bıraktım. 

Geleceğimizden haberi yoktu, tamamıyla sürpriz oluyordu. Arabadan indiğimizde Leo koşarak bahçe kapısına koştu, Mustafa'yı görmek için deliriyordu. Hazer elini belime koydu ve beraber ve yürürken, Kerem'de arkamızdan geldi. Bahçeyi yürürken omzumun üzerinden Kerem'e baktım. "Leyla nasıl? N'apıyor? Soramadım hiç, kusura bakma."

Samimi bir mahcubiyetle, "Ben şoförünüzüm Mila, illaki zaten bunları sormak zorunda değilsin," dedi. Kaşlarım asabice çatıldı, duyduklarım hiç hoşuma gitmedi. "Leyla'm da iyi, bugün ailesini görmeye gidecekti."

Kerem'e, yalnızca şoför olduğunu hissettirecek bir şey mi yaptım diye düşünürken, Hazer'in kapıyı tıklattığını görüp aceleyle önüme döndüm. Kerem benim arkadaşımdı, elbette soracaktım. Leo'nun kapıya vurarak Mustafa Kemal diye bağırdığını duyarken, yüzüme bir gülümseme kondurarak başımı kaldırdım. Aynı anda sokak kapısını da açıldı ve Bahar anne bizi görür görmez elini ağzına kapattı, Mustafa Kemal annemin arkasından koşa koşa geldi. "Çocuklarım," dedi annem, önce bana, sonra Hazer'e baktı. "Siz nereden çıktınız?"

"Yumurtadan." Leo kıkırdadı ve koşarak eşikten girdi. 

Mustafa Kemal Leo'nun sesini duyunca annesinin arkasından çıktı ve gözleri kocaman açıldı. O da Leo'ya doğru atakta bulundu ve zıplayarak birbirlerinin kollarına atıldıklarında, içimi sevinç doldurdu. "Seni çok özledim Mustafa!"

"Ben daha çok, ben daha çok!"

Birkaç saniye onların coşkulu sarılmasını izledik ve Bahar annem aynı şaşkınlıkla bize döndüğünde eşikten içeriye geçip ona sarılmaya yeltendim. O da aynı sıcaklıkla beni kucaklayıp neredeyse titreyen bir sesle, "Eşşek sıpaları," diye serzenişte bulundu. "Niye haber vermediniz? Sizin için yemekler yapardım, tatlı hazırlardım... Oldu mu hiç böyle?"

"Anneciğim..." bir adım geriye çıkıp dirseklerinden tuttum, içtenlikle gülümsedim. "Sürpriz yapmak istedik, sizi yormak değil. İnanın sizi görmek yetti bana..."

"Ay ben bu kızı yiyeceğim." Bahar annem gülümseyip yanaklarımdan öptü, bana bir daha sarılıp Hazer'e döndü. Hazer çoktan içeriye girmiş, eşyalarımızı portmantoya bırakmıştı. Üzerindeki gömleğin kollarını kıvırarak annesine göz kırptığında, Bahar annem de ona yaklaşıp yanaklarından öpmek için eğilmesini izledi. "Sırık gibi öpemiyoruz da..."

Hazer hafifçe eğildi ve annesi yanaklarını sulu sulu öptüğünde, silmemek için çabaladığını görüp gülüşümü tuttum. Her ne kadar bu sulu öpücükleri abartılı bulsa da annesine sıkıca sarılıp göğsüne doğru bastırdı, saçlarının üzerinden öptü. "Nasılsın?"

"Siz gördüm ya benden mutlusu yok. Çok şükür sağ salim geldin evine anneciğim..." annemin sesi duygusaldı. "Bu dudağının, gözünün hali ne böyle. Elleri kırılasıcalar..."

"Anne, lütfen."

"A... Abi..."

Mustafa Kemal'in titreyen sesini duyunca hepimiz ona döndük. Leo ile sarılması bitmiş, şaşkınlıkla abisine bakmıştı. Düğün günü olanlar Kemal için bir travmaydı, abisini kaybettiğini sanıp benimle dahi küsmüştü. Norveç'teyken telefon görüşmesi yapmışlardı ama yüzünü haftalar sonra ilk kez görüyordu. Çekik gözlerinden damlalar düştüğünü gördüm ve Hazer annesini nazikçe itip dizlerinin üzerine eğildi, Kemal'i hızla kollarının arasına çekti. "Buradayım abim, buradayım. Bak, geldim, tıpkı konuştuğumuz gibi."

Hazer, Mustafa Kemalle beraber doğrulduğunda, Kerem'de arkamdan geldi ve kapıyı kapattı. Ona gülümsedim ve Bahar annem elimden tutup beni salona doğru çekerken, Leo Han'ın bacaklarına yapıştı.

Salondan girdiklerinde ben de arkalarından girdim. Hazer kucağında Kemalle beraber şık koltuğa otururken, Leo'da koltuğa tırmanıp yanlarına yerleşti. Mustafa ve Hazer'in kardeş bağına özeniyor, kendisine orada yer açmaya çalışıyordu. Bu çabasındaki tatlılığı, bir yere yuva kurma arzusu beni neşeliden ziyade hüzünlü bir kelebeğe çevirdi. Neyse ki Han onu da ihmal etmedi, bir eliyle onun saçlarını okşadı.

"Güzel kızım." Bahar annem ellerimden tuttuğunda ona dönüp kibarca ben de ellerini sarmaladım. Üzerinde bir pantolonla bluzu vardı, saçlarını ensesinde topuz yapmıştı. "Bakıyorum da gözlerini kocandan alamıyorsun?"

Mahcubiyetimi saklaması için kızarık yanağımı kaşıdım. "Çocukları çok özlemişim de."

"Yemin ederim yüzüne ışıltı gelmiş, güzellik gelmiş. Tü tü tü nazar değmesin." Beni baştan aşağıya, parlayan gözleriyle süzdü. "Aaa bak, sakın yanlış anlama, sen hep güzeldin ama ayrı bir asillik, zerafet gelmiş sana."

"Mutluluktan olmalı," dedim, başımı yana eğerek.

"Dur, yoksa." Elini heyecanla kalbine götürdü. "Hamile misin? Hamilelik ışıltısı mı bu? Bak, doğruyu söyle..."

"Kadın doğumcuya gittiler zaten," diyerek bombayı ortaya attı Kerem ve orta sehpada duran çikolatalardan bir tanesini afiyetle yemeye başladı.

"İnanmıyorum!" Bahar Teyze mutlulukla kollarını bana doladığında, ağzım açık bir halde Hazer'e döndüm. Göz kırpıp salla, dediğinde, etrafta ona fırlatacak bir şey aradım. Annem aynı neşeyle geriye çekildiğinde, yanlışı toparlama gayretiyle, "Anneciğim yok öyle bir şey," dedim yumuşakça. "Rutin kontrollerdi, yanlış anladın."

Annem dönüp Kerem'e aşk olsun, der gibi baktı ve sonra tekrar bana bakıp, "Zaten daha erken," dedi, içtenlikle. Elimi okşadı. "Daha dur, evleneli şurada ne kadar olmuş. Genceciksin sen daha."

Hemen tavır değiştirmesine gülmemek için başımı sallarken, Hazer'den yana bir bakış attım. Çocuklarla ilgilenirken anneme göz deviriyordu, sanırım o da annesinin bu kadar çabuk tavır değişmesiyle alay ediyordu. 

"Bak ben annenim, bana gözlerini devirme öyle..." Bahar anne ayağındaki ev terliğine uzandığında Hazer gözlerini bu kez daha da abartıyla devirip Mustafa'yı kaldırdı, annesinin terliğine siper etti. 

Leo başını arkaya atıp güldü. "Abin seni sattı Mustafa..."

"Kardeşinin de maşallahı var," dedi annem, terliğini geri giyinip gülümserken. "Dünya tatlısı."

Heyecanla başımı salladım. "Değil mi?"

"Yol yorgunusunuzdur şimdi siz," dediğinde kendimi öyle hissettiğimi fark ettim. Yorgundum ama enerjim düşük değildi, tenimdeki ve gözlerimdeki mutluluk ışıltısını hissediyordum. "İstersen yukarıya çık, Hazer'in odası vardı, orada uyu anneciğim. Bak, sakın utanma, darılırım..."

"Yeni gelin o, ziyarete geldiği evde uyuyamaz," dedi Hazer, gayet ciddi şekilde.

"Sus sen!" Annem bir kez daha terliğine uzandı. "Ayrıca o benim kızım, sensin gelin."

"Çizilecek kadar bile karizmam kalmadı artık," dedi Hazer, çaresizce onun saçlarını iki kulak yapmaya çalışan Leo'ya dönerek.

"Bu model sana yakışıyor enişte."

Mustafa Kemal kıkırdadı. "Dur, annemin lastiklerinden alıp geleyim..."

Kerem'in kahkahaları çınladı, ben de ona eşlik ettim. Bahar annem de oğlunun çaresizliğiyle eğlenerek ağzına bir çikolata atarken, Hazer dişlerini sıkıp ikisini de kucağından itti. "Çocuklar o kadar da değil yani..."

Leo ile Mustafa yerden doğrulurken gülüştüler, el ele tutuşup kenardaki koltuğa koşturdular. Hazer gömleğinin yakalarını düzeltip, ellerini Leo'nun bozduğu saçlarına attı. Leo ile Kemal'e dik dik bakarak saçlarını yana doğru tararken, kıvırdığı gömlek kollarına bakıp iç çektim. Hazer çocukla çocuk olabilirdi ama bana dönüp göz kırptığında çocukluktan eser kalmıyordu, tam bir seksilik abidesi oluveriyordu. Heyecanlanan ellerimle oyanayarak bakışlarımı kaçırdım, Mustafa Kemal'e baktım ama onun bakışları beni hiç bulmadı. Sanırım ki hâlâ dargındı, hassas bir çocuk olduğu için doğru iletişimi bulmakta da zorlanıyordum. Üstüne gidemezdim, onun bana gelmesini bekleyecektim.

"Sen benle bir odaya gelsene..."

Başım, Han'ın sesine doğru hareket etti. Koltuktan kalkmıştı, ensesini kaşıyarak yanıma yürüyordu. Parmağımla kolye zincimi gerdim. "Neden?"

"Gel işte ya..."

Annem tüm bu konuşmalara misafir olduğu için kızarıp, "Sen çık," dedim yumuşak bir sesle. "Su içeyim, gelirim."

"Bana da getirirsin o zaman." Yanımdan geçerken elinin tersi yüzüme nazikçe değdi, dokundu, okşadı. Çillerim dokunuşundan nasiplenip adeta tenimde ışıldadı. 

Yanımdan kaybolup evin üst katına, merdivenleri kullanarak çıktı. Aşkı, annemin yanında böyle derinden hissetmek beni mahcup ettiğinde, "Sana çok aşık," dedi annem, sesi memnuniyet doluydu. "Ben onu hiç böyle görmedim. Kendine bir eş bulsun diye ona sayısız randevu ayarlamıştım, bir kere bile memnuniyetle dönmedi. Hep seni bekliyormuş demek ki. İşte, nasipten öteye gidilemiyor."

Hazer birkaç kere laf arasında annesinin bunu yaptığından zaten bahsetmişti. Onun başka kadınlarla defalarca çıktığı randevuları düşünmeyi hiç istemeyerek, "Kader," dedim fısıltıyla. "Ben gerçekten kimsesiz birisiydim ama Hazerle birlikteyken artık böyle hissettim. Aşkın yanında bana çok değerli başka duygular verdi ve tabi siz de öyle. Teşekkür ederim."

Omzumu kibarca okşayıp Leo'yla Mustafa'ya döndü. Bu kez Kerem'in saçlarını bağlamaya çalışıyorlardı ama Kerem çok da tasalı görünmüyordu, kendisi de onların saçlarını dağıtıyordu. Annemin elini sıkıp koltuktan kalktım, eteğimi düzelttim ve saçlarımla oynayarak mutfağa yürüdüm. Bu eve daha önce geldiğim için aşinaydım. İçeriye girdiğimde daha önce de yüzünü gördüğüm yardımcı hanım bana gülümsedi. "Bir isteğiniz var mı Safir Hanım?"

"Su almaya geldim, siz işinizle ilgilenin lütfen."

İlerideki masaya ilerleyip sürahideki suyu bardağa koydum, kaç saattir su içmiyordum acaba. Suyu üç yudumda içip bir bardak da Hazer'e doldurmak için sürahiye bir daha uzandım. Aynı anda bacağımın altında bir dokunuş hissedip gülümsedim. "Hazer?"

"Yenge, benim."

Gözlerim kocaman oldu, elimde değildi. Sürahiyi hızla bırakıp arkama döndüğümde Mustafa Kemal'in kırpıştırıp durduğu gözlerine denk geldim. Belli belirsiz şekilde bacağıma dokunuyordu, ki bu, Han olduğunu düşünmem için yeterli bir sebepti. Kendi rızasıyla yanıma gelmesinden çok büyük mutluluk duyarak dizlerimin üzerine eğildim. "Söyle bebeğim?"

Bakışlarını önce kaçırdı, etrafta dolaştırdı. Çekingenliğine alışkındım, aniden yaptığı hırçın çıkışlarına da. Birini incitmeyi isteyen hiçbir zaman ben olmadığım için elbette onunla çatışacak değildim, o daha bir çocuktu. "Sen benimle küs müsün?" Diye sordu, iki yana doğru sallanarak. 

"Yok daha neler," dedim, kollarından nazikçe tutarak. Geri çekilmesi için fırsat vererek, yavaşça eğilip tombul yanağından öptüm. "Hazer'e bile küserim, sana küsmem yani!"

Biraz gevşediğini hissettim, sıkıp durduğu dudaklarını serbest bırakıp parmaklarını saçlarıma uzattı. "Uzamışlar."

"İki kulak yapmak ister misin?"

Hevesle başını salladıktan sonra saçlarımla oynaması için dizlerimin üzerine oturdum, o da coşkuyla saçlarımla oynamaya başlayarak bana birkaç soru sordu. Konuşurken sık sık duraksıyor, kekeliyor, ne söyleyeceğini karıştırıyor gibi oluyordu ama ona gülümsediğimde rahatlıyor, dilimin bağı çözülüyordu.

Leo içeriden, "Mustafa nerede kaldın, bak Kerem yine at oldu, hadi," diye coşkuyla bağırınca gözlerini heyecanla açtı. Bir saniye duraksadı, sonra uzanıp yanağımdan şirince öptü ve koşarak mutfaktan ayrıldı.

Ben doğrulurken, "Yine buraları dağıttı," dediğini duydum yardımcı hanımın ve tek kaşımı kaldırıp suratına negatif şekilde baktım.

"Saçlarınızı yolmuş," diyerek durumu toparlamaya çalıştıktan sonra hafifçe gülümsedi ve hızla arkasına döndü.

"Çocuklar böyle şeyler yapar, lütfen siz Mustafa'ya müdahale etmeyin."

Arkasından, toplu saçlarına birkaç saniye daha bakıp mutfaktan, elimde su bardağıyla ayrıldım. Buraya daha önce geldiğimde, Han'ın gençken kaldığı odayı görmüştüm. Merdivenleri inip koridoru döndüm, saçlarımı düzeltip odasının yolunu tuttum. Müsait olduğunu düşünerek kapıyı tıklatmadan açtım, Hazer'i neredeyse çıplak buldum.

"Aaa?"

"Karıcığım?"

Dolabının önündeydi, kendisine burada bulunan kıyafetlerden bakıyordu. Gömleği yatağının üzerindeydi, yorgun hissettiği için başka bir şey giymeyi istemişti anlaşılan. Odasını süzdüm, gençlik yıllarında kaldığı odaydı. Tek kişilik bir yatak, çalışma masası, daha eski model kıyafet dolabı vardı. Elimdeki su bardağını bırakmak için çalışma masasına ilerledim ve az ilerideki bir dosya dikkatimi çekti, tam oraya uzanıyordum ki bir şey oldu. Han'ın kolları hem bacaklarımın altından hem de kolumdan geçti, ayaklarımı yerden kesti ve bir saniye içinde onun kucağında ilerlerken buldum kendimi. 

"Hazer, saçmalama por favor... Burada olmaz."

"Senin de aklın hemen nereye kayıyor ya..."

Saçlarım çıplak omuzlarından aşağıya düşerken, Hazer beni yatağına götürdü. Beni yatağına bıraktığında saçlarım alev dalgaları gibi etrafıma saçıldı. Hazer alnımdan öpüp doğruldu ve üzerindeki kot pantolonla çalışma masasına yürüdü. Bir tutam saçımı parmağıma doladım ve Han çalışma masasından geriye dönerken elinde iki kâğıt olduğunu gördüm. Hayranlıkla yüzünü izleyip yatağın kenarına oturduğunda tombul parmaklarımı göğsüne koydum. Parmaklarıma gülümseyip elindeki kâğıdı uzattı. "Seni tanımadan önce... Hayalimdeki kızı çiziyordum. Baksana, sana benziyorlar; çilleri de var."

"Aşkım..." kâğıdı hevesle elinden aldım ve parmaklarım çıplak göğsünü okşarken, çizime yakından baktım. Elbette profesyonel bir çizim değildi ama küçük yaşına göre çok başarılıydı. Uzun, dalgalı saçları olan bir kız çizmişti. Benim gibi çilleri, duru bir yüzü vardı. Küçük bir kızdı, belki benim küçüklüğümdü. Uzanıp diğerine de baktım, kız bu kez gülümsüyordu. Gülümseyip her iki çizimi de kalbimin tam üzerine bastırdım. "Çillerin olduğu için mi çilli bir kız çiziyordun?" Diye sordum.

Yanakları çillerinin altında hafifçe pembeleşti, avucunun içini göğsümdeki parmaklarının üzerine yasladı. "Yani... O zamanlar çevremdeki hiç kimsede böyle çiller yoktu, ben de yalnız hissetmemek için çilli bir kız çiziyordum. Ferhat hep dalga geçiyordu!"

"O onun ayıbı aşkım." Hafifçe yan döndüm ve yüzüm karnına sürtündü, yine de uzaklaşmadım. Alnımı karın kaslarına doğru dokundurdum. "Sen çok incesin, çok harikasın."

Parmaklarının saçlarım arasına girdiğini hissettim. "Sen de fena değilsin."

Kıkırdayıp başımı kaldırdığımda bir sürü yıldızı olan gözleriyle karşılaştım. Saçlarımı daha bir şefkat ve sevgiyle okşayarak, hiçbir şey demeden gözlerime baktı. Mutluluk anın içinde saklıydı, bir anda insanın göğsünden fışkırıyor ve karnında sayısız kelebeği döndürüyordu. Yine aynısı oldu ve mutluluk kanatlarını çırpa çırpa kalbimde döndü. 

"Burası da benim yatağım işte," dedi Han, yatağın içine doğru kayarak. Benim de vücudum onunla kaydı ve alanım küçüldü, Han'ın elleri vücuduma nazikçe yerleşti. "Bence sevişelim, ikimizin yatağı olmuş olur."

Vücutlarımız düzensiz biçimde birbirine yaklaştı, küçük yatakta adeta iç içe girip birbirimizin nefesini yüzümüzde hissettik. Dudaklarımızın yakınlığı sol tarafımda bir sancı olarak başladı, vücuduma orantılı şekilde yayıldı. "Aile evindeyiz," dedim yumuşakça. "Annen aşağıda. Kardeşlerimiz de. Hiç hoş olmaz."

"Ama sen çok hoşsun, sen bu kadar hoş olunca ben dayanamıyorum..." dudaklarımın ucuna telaşsız, abartısız, minik bir öpücük koydu. "Ne renk?"

"Yaaa!" Gülerek göğsüne vurdum.

"Döv beni," dedi Hazer hemen.

"Hazer... Sen mazoşist misin? Bak bebeğim, eğer öyleysen söyleyebilirsin. Bir psikoloğa gidebiliriz?" Eğleniyordum.

O da fark etti ve kafasını arkaya atıp bir kahkaha kopardıktan sonra tekrar boynuma doğru sokuldu, dudakları tenimi yavaşça süpürdü. Öpücük olmadı, temas olarak kaldı. "Hayır Mila, saçmalama Allah aşkına. Ben sadece... Sen hep sakinsin, anlayışlısın, bir kere ağzıma sıçsan nasıl olur diye düşünüyorum."

Bu kez ben kahkaha atıp onun göğsünü okşadım, omuzlarım omuzlarının altında sarsıldı. "Hazer saçmalama, neden ağzına sıça... Yani sana kızayım?"

"Böyle avazın çıkana kadar bağırsan, öfkeli öfkeli bana çatsan... Ateşli olur bence, sence olmaz mı?"

"Sen kafayı yemişsin," diyerek yüzümü yastığıma sürttüm. Ellerini vücudumda yavaşça gezdirip belimden aşağıya kaydırdı, kalçamı buldu. Eteğim serbest olduğu için kalçamı kolayca kavradı ve vücudunun bir kısmını üzerine yasladı. "Aşkın bana kafayı yedirtti işte kızım, yoldan çıkardı. Gün yirmi dört saat, ben yirmi altısında senin hayalini kuruyorum..."

"Neden yirmi yedi değil?"

Kahkahalarımız aynı anda yayıldı ve Hazer başını ense açıklığıma koyup esnedi. Canım benim, hakikaten yorulmuştu. Kıpırdamadım, biraz orada kalıp dinlenmesine müsaade ettim. Yarın şirkete geri dönecekti, ben de okula. Yani bu uçtuğumuz son gündü, yarın inişe geçecektik. Okul için heyecanlıydım, yeni bir ortama gireceğim için de ölesiye gergindim. Peri'ye bir söz vermiştim, ona yardımcı olacaktım. Dans etmeyi de çok özlemiştim, benim için güzel olacaktı.

Bir süre daha ensemde uzandı, öpüp durdu. Birkaç dakika sonra kalkıp saçlarımı örmeye kalkıştığında esneyerek ona müsaade ettim. Sanırım Leo ve Mustafa'ya özenmişti, deniyordu. Saçlarımı toplu görmeyi sevmiyordu, eğer ben toplamadıysam. "Mila, saçların örülmüyor, bence sorun var saçlarında."

Biraz neşeyle güldüm. "Aynen, sorun kesin saçlarımdadır, senin örememenle bir alakası yoktur."

Popoma vurdu. "Mila!"

Kurdelemle, yarı düzgün yarı saçma şekilde ördüğü saçlarımın uçlarını tutturdu. Birkaç tutam yanağıma düşmüştü, onları da alıp nazikçe kulağımın arkasına koydu. Saçlarımı örebildiği için gerçekten mutluluk duyduğunu anlayınca örüğüne, doğrusu öremediği örüğüne hiçbir şey demedim. Tekrar yanıma uzanırken cebinden bir lolipop çıkardı ve bana bu odada ilk ağladığı anı anlatırken, çilekli lolipopu beraber yedik.

Bir saat kadar dinlenip aşağıya indiğimizde yemeğe katıldık, afiyetle çarçabuk hazırlanan yemekleri yedik. Yemek sırasında yardımcı hanımefendiyi izledim, objektif olmaya çalıştım. Mustafa Kemal'e nasıl davrandığını gözlemlemeye çalıştım, eğer gerçekten onu anlayamıyorsa Bahar anneme bundan bahsetmek isterdim. Yaşadığım şeylerden, maruz kaldığım günlerden sonra bir çocuğun susturulmaya maruz kalmasına hayatta göz yumamazdım. Belki kadın bir anlık deyişiydi, Mustafa Kemal'e gayet nazik davranıyordu ama emin olmam gerekirdi. Yemeklerimizi yerken kadının herhangi bir şeyine denk gelmedim, rahatlayıp Hazer'e yer vermeden yanıma oturan çocuklara döndüm, gülümsedim.

İkisi de ışıl ışıl bana gülümsedi.

Hazer masanın altından ayağıma vurdu. Düşmanlarıyla ittifak yapmama sinirlenmişti sanırım.

Evdekilerle ayrılıp gitmek için dışarıya çıktığımızda, havanın epey karardığını gördüm. Mustafa Kemal'in hepimizden ayrılması zaman almıştı ama Leo'dan hiç ayrılmak istememişti. Bu yüzden giderken onu da yanımıza aldık, Bahar annemi öpüp arabaya yerleştik. Leo ile Mustafa'nın mutlulukla cıvıldaması beni mest etti, Kerem arabayı çalıştırırken onlara takıldı. Hazer üzerine giydiği tişörtle üşümüyormuş gibi rahatça camı indirdi, serin havayı içine çekti. Dirseğini camın kenarına yaslayıp karanlığı izledi. Ay çıkmıştı ama ayı değil de güneşi arayan bir adam için fazla uzun izledi ayı ve yıldızları.

Eve geldiğimizde Hazer yorgunca yukarıya çıktı, Mustafa Kemalle ilgilenmeyi istemişti ama ben yapabileceğimi söyledim. İkisiyle de ilgilenmeyi seviyordum. Hazer odamıza çıktığında Kerem kuşların kafesini mutfağa koydu. Etrafımda dönüş onlarca anı paylaştığımız eve hasretle baktım, Kerem'e dönüp göz kırptım. "Sana içecek bir şeyler hazırlayayım mı?"

Leo'nun ve bizim valizleri salonun kenarına bırakıp doğruldu. "Yok canım, çok yoruldun. Ben eve gideyim, zaten Leyla'mı özledim."

Parmak uçlarımda yanına koşup ona sarıldım, Kerem'de kollarını bana dolayıp içtenlikle karşılık verdi. Eskiden korkunç olan şeyler şimdi nasıl da güzel ve güvende hissettiriyordu. "Leyla'yı benim yerime öp," dedim ayrılırken.

"Ben onu sadece öpmem, yerim, yerim."

Kıkırdayarak kapıya yürüdük, onu gülümseyerek uğurladım ve gözden ayrıldığında sokak kapısını örttüm. Arkama dönüp çocukların çıktığı odaya yöneldim. Burayı Leo için hazırlamıştık, daha çocuksu ama güzel bir odaya çevirmiştik. Hazer'in telefonunu almışlar, bir şey açmaya çalışıyorlardı. Leo'nun kıyafetlerini dolabına yerleştirirken, "Aa ablam," dediğini duydum Leo'nun. Onun için pijama seçip arkaya döndüm. "Video, acaba ne var?"

Gözlerim kocaman açıldı, kalbim kaygıyla çarptı ve vücudum ileriye doğru fırladı. Hızla uzanıp Leo'nun elinden telefonu aldığımda neye uğradığını şaşırdı. Telefonu arkama saklayıp onlara güldüm. İkisi de dudak büzmüş, anlamsızca bakıyordu. Gülümseyerek geçiştirmeye çalıştım. "Pijamalarınızı giymeyecek misiniz?"

İkisi de başını salladı, yataktan fırladılar. Rahat bir nefes verip başımı önüme eğdim, telefonu arkamdan çıkarıp olduğu açmak üzere oldukları videoya baktım. Ah, neyse ki endişelerimin yersiz olduğu bir videoydu. Hazer'in, ona aşkımı söylerken çektiği bir kısa klipti, zararsızdı. Gülerek telefonu eteğimin cebine sokuşturdum ve başımı çevirip oğlanlara baktım. Önce Mustafa Kemal'e yardımcı oldum, benden biraz utandı ama güvendiği için müsaade etti. Ondan sonra Leo'yu giydirdim ve onları yatağa yerleştirip yorganı üzerlerine örttüm. Kıkırdayıp benimle eğlendiler, beni de yatağın içine çekmeye çalıştılar. İstedikleri kadar onlarla ilgilendim, oynadım, güldürdüm. Sonra ikisinin de yanaklarından öptüm, odadan ayrılırken gece lambasını korkmasından diye açık bıraktım.

"Kerem abim, gece git eniştenle ablanın yanında uyu dedi ama ben seninle uyuyacağım."

"Niye öyle dedi ki Leo? Abimle yengem korkuyorlar mıymış?"

"Galiba ya, yazık."

Kapıyı kapatırken duyduklarım neredeyse beni güldürecek oldu. Kerem demek kardeşimle bize komplo kurmuştu. Elimi saçlarıma attım ve örüğümden dağılan tutamları parmağıma dolayıp odamıza geçtim. Eve, odamıza haftalar sonra ayak basıyordum. Bu ev her bakımdan özeldi, her metre karesinde bir anımız vardı sanki. Bu koridorda koşarak kahkaha attığımı dün gibi hatırlıyordum, ya da beni öptüğünü. Sanırım yaşlanana kadar bu evde yaşamak isteyecektim, çünkü sayısız anısı vardı.

Odamızın kapısını yavaşça açtığımda aşina olduğum o loş ışığın etrafı kapladığını fark ettim. Tamamen girip kapıyı kapattığımda banyodan su sesi geldiğini duydum, duş alıyordu. Eteğimin içinde artık daraldığımı hissedip yandaki fermuarını indirirken, banyonun kapısına doğru ilerledim. Odamızda olduğu için kapıyı tamamen kapatmamıştı, başımı hafifçe eğip içeriye baktığımda cam kabinin altında çırılçıplak dikildiğini gördüm. Başından su ve köpükler akıyordu, gözleri ardına kadar kapalıydı. Onunla suyun altına girmeyi düşündüm ama hemen sonra vazgeçtim, yalnız başına, rahat bir duş almasını istedim. Bir süre çırılçıplak vücudunu süzdüm, neden izlemeyecektim ki? Avuçlarımda ona dokunmak için bir hasret başlayana kadar izledim ve bunun bir sonu gelmesi için arkamı döndüm.

"Gelsene içeriye..."

Tabi ki odaya girdiğimi fark etmişti, gözleri kapalı olsa da hissetmişti. Yatağa ilerlerken eteğimi çıkardım ve ikiye katlayıp kenardaki pufun üzerine yavaşça bıraktım. Üzerimde gömleğim, çamaşırlarım ve külotlu çorabımla yatağa ilerledim. Siyah serin çarşafların üzerine yerleşip gömleğimin düğmelerini çözdüm ve lila rengindeki gömleği kenara bırakıp yatağın ortasına kıvrıldım.

"Mila... Gece Yarısı Güneş'im..."

Beni banyoya davet ediyordu ama hayır, gitmeyecektim. Yanağımı çarşafa sürterek esnediğimde, Han'ın huysuz bir ses çıkardığını duydum. Dudaklarım, tatlılığının farkında olup kıvrıldı ve bacaklarımı kalçama doğru çekip gözlerimi kapattım. Gün çok yorucu olmuştu ve nihayet evimdeyim, yatağımızdaydım. Ve nihayet gün sonunda da yalnız değildim, vücudum ve ruhum en doğru, en güvenilir yerdeydi.

Göz kapaklarım daha da ağırlaşırken, su sesinin kesildiğini fark ettim. Odamızda hafif bir ıslık çaldı, dolap kapakları açıldı, ağzının içinde bir şeyler geveledi. Gözlerimi açmasam da yatakta kayıp onun için yer ayırdım, gelip bana sarılmasını bekledim. Çok geçmeden yatak onun ağırlığıyla çöktü, elleri kalçamdan başlayarak vücudumun yukarısına çıktı. Üzerinden duş sıcaklığını, şampuan kokusunu alıyordum. İçimi huzurla çekerken, dudaklarının bileğimden yukarıya çıkarak omuzlarımda yoğunlaştığını hissettim. "Duş almayacak mısın?" Diye sordu.

"Han, çok yorgunum," dedim vücudum ona doğru yakınlaşmaya başladı ve bu Hazer'i güldürdü. "Sabah, okula gitmeden önce alırım."

"Karımı okula götüreceğim, ilginç."

Dudaklarını omzumdan çekti ve az sonra parmakları çorabımı kalçamdan aşağıya çekmeye başladı. Çorap ayaklarımdan da çıktı ve Han bacağımı boydan boya okşayıp kalktı. Az sonra geldiğinde gözlerimi açıp bir kere kırptım ve loş ışıkta ona baktım. Elinde kendine ait bir tişört vardı, bana göz kırptı. Esneyerek doğruldum ve Hazer gömleğimin düğmelerini çözerken hızla inip kalkan omuzlarını izledim. Su damlaları hâlâ akıyordu, tişörtünü başımdan aşağıya geçirdiğinde kıkırdadım. "Neden kendi tişörtünü giydiriyorsun?"

"Aşka geldim," dedi.

Gri tişört başımdan geçip vücuduma yerleşti, kumaşın bir kısmı karnımda birikti. Hazer belimden tutup beni nazikçe yatağa bıraktı ve gözleri saçlarıma kayınca kaşlarını çattı. "Örüğünü açmışsın!"

Örüğü çok gevşek olmuştu, muhtemelen kurdelem kendiliğinden düşmüştü. Sırtım yatakla buluşunca bakışlarımla etrafta kurdelemi aradım. "Ben çözmedim, gevşeyip düşmüş olmalı."

Kurdelemi yatağın kenarında gördüm ve Han benden önce uzanıp kurdeleyi aldı, komodin üzerine bıraktı. Sonra üzerinde yalnızca gri eşofmanıyla yatağın diğer tarafına yerleşti, beni göğsünün üzerine doğru çekti. Tombul ellerim boynunun altında iki zayıf yumruk oldu ve çıplak bacaklarım onun bacaklarına dolandı. "Yarın okulda kendine çok dikkat et Mila, öğünlerini atlama tamam mı? Yemeklerini de ye."

"Beslenme çantamı hazırlarsın," diye takıldım.

Hazer ofladı ve nefesi saçlarımın arasına süzüldü. "Neredeyse uyuyacaksın, hâlâ espri peşindesin."

"Ama sen de sanki espri yapmamı ister gibi konuşuyorsun..."

Bana daha sıkı sarıldı. "Sen kocanı ciddiye almıyorsun galiba?"

"Şaka bir yana... Ben yarından biraz korkuyorum Hazer." Gözlerimi yavaşça kapattım. Korkularımı gözlerim açıkken itiraf etmek cesaret istiyordu. "İlk gün gittiğimde zaten pek kendimde değildim. Korkularım, senin yokluğunun gölgesi altına gizlenmişti. Ama yarın... O ürkek, kimseyle konuşamayan kadın olacağım diye korkuyorum."

Çarşafı üzerimize örttü, beni can kulağıyla dinlediğinden o kadar emindim ki, tüm korkularımdan bahsetmek istedim. O işte, öldürdü tüm korkularımı. Beni rahatlatmak için elinin içiyle sırtımı aşağıya ve yukarıya doğru sıvazladı. "Benim güzel kokulu karım, bebeğim..." sesinin yumuşak, özverili fısıltısı gel gitlerimi durdurdu, beni sakinleştirdi. "Ben korkularının üzerine senin gibi yürüyen kimseyi görmedim. Korktuklarının hiçbiri olmayacak, neşenle insanları büyüleyeceksin. Yani şey... Çok da büyüleme tabi."

Bana aşıladığı güvenini farkında değildi, ben omzumu ona yaslayıp bu yolda yürüyordum. Söylediği her şey sanki gerçekmiş, sahiden olabilirmiş gibi hissettiriyordu. İnsanlar düşüncelerimi kolay kolay etkileyemezdi, beni düşürüp yükseltemezdi ama o bir şekilde yapıyordu. Gözlerim, tüm uyku ihtiyacıma rağmen aralandı ve onun göğsüne denk geldi. Başımı kaldırdım ve gözlerimi, tüm içtenliğini gördüğüm gözlerine kaldırdım. Gözlerinin hissettiği aşkla çaresiz kalışını gördüm ve elimin tersiyle içimden geldiği gibi onun yüzünü okşadım. “Seni canımdan bile çok seviyorum." Söylediğim son kelimeler bunlar oldu ve Han'ın kolları beni ölesiye sıkı sardı.

BİR AY SONRA.

Aralık ayı girdiğinden beri İstanbul'a neredeyse iki günde bir yağmur yağıyordu ve o gün de bu günlerden birisiydi. Hava bugün dokuz dereceydi ve montuma sarılmasam sanırım donacaktım. Akşam olmuştu, bugün epey dersim vardı ve dersten sonra çoğu zaman yaptığımız gibi yine Peri ile buluşmuştuk.

Bu yirmi gün çok sıkıntılı geçmişti. Hazerle iki kez tartışmıştık, babası ile aralarında belirgin bir gerginlik vardı ve bize yansıyordu. Onun gerginliğine, sinirlerinin bozulmasına hak veriyordum; bu yüzden tartışmalarımızı alttan almıştım. Hem bunları makul karşılıyordum, ufak tefek tartışmalar her evde mutlaka ki olurdu. Günün sonunda ikimiz de o yatağa girip birbirimize sarılmadan, bir bütün olmadan uyumuyorduk; önemli olan da aynen buydu.

Şemsiyemi hafifçe silktim ve üzerine düşen yağmur damlaları gürültüyle yere indiğinde, Peri'ye gülümsedim. O da şemsiyemin altındaydı, okuldan birkaç dakika önce çıktığımız için beraber yürüyorduk. Başımda beyaz bir bere vardı, beyaz paltomla uyumluydu. Peri'nin giyim tarzı bana göre daha sportifti, şişme montunu giymiş, sırt çantasını takmıştı. Geçen arabaya yol vermek için onunla kaldırıma çıktığım sırada, "Hoca ilerleme kaydettiğimi söyledi," dedi sevinçli bir sesle. "Gün sonunda ne kadar yorgun olursan ol benimle ilgilendiğin için çok teşekkür ederim. Sana sürekli teşekkür etmek istiyorum, kusuruma bakma."

"Ben de birisine minnettar hissedince böyle oluyorum," diyerek gülümsedim. Bu konuda öylesine örtüşüyorduk ki, hayret ettiğim oluyordu. "Sürekli gracias gracias diye peşinde dolanıyorum."

Bana dirsek attı. "Eşinin mi?"

Ona Hazerle tanışma hikâyemizi anlattığım için bu soruyu sormuştu. Başımı yavaşça salladım. "Evet, ona da sürekli teşekkür ediyordum. Bana çok yardımcı oluyor, güç veriyordu."

"Ya, seni birkaç kez okuldan aldı ama hiç tanışamadım eşinle. Ona olan sevgini her fırsatta dile getirdiğin için harika birisi olarak hayal ediyorum Hazer'i."

"Olabildiğinin en harikası," dedim, sevgim göğüs kafesimden taşarken.

"Çok şanslısın. Herkes harika bir erkeğe sahip olamıyor."

Ben bir erkeğe değil, harika bir aşka sahibim. O erkeği yanımda tutan da bu aşk.

Mahcup bir gülümsemeyle karşılık verip çizmelerimin üzerinde iki adım daha attım ama sonra çok yakınımdan duyduğum fren sesiyle beraber sıçradım. Peri'de fren sesi çok yakınımızdan geldiği için dönüp arkasına bakma gereksinimi duydu, benim bakışlarımsa onu takip etti. 

Araba kaldırımın yanında durdu ve içerideki kornaya bastı.

Peri önüne dönüp kolumdan tuttu. "Taksiyle mi gideceksin?"

Etrafıma bakındım. Beni ya Kerem ya da Hazer alıyordu. Elbette kendim de gidebilirdim, yorulmalarına gerek yoktu ve zaten bugün ikisinden biri de ortalıkta görünmüyordu. "Si," dedim Peri'ye. "Eşim de arkadaşım da yok."

"Gel, taksi çe..."

Korna sesi daha baskın şekilde yükseldi.

Peri omzunun üzerinden arkasına döndü. "Kuzey."

Ah. 

Kuzey, Peri’yi dans için aralarında istemeyen gruptan bir çocuktu. Ona alt kademelerdekilerle dans etmesini söyleyip duruyordu. Aralarındaki nefret ilişkisi her gün daha da artarak devam ediyordu. Her gün okulun bir yerinde, bazen dans salonunda onları atışırken görüyordum. Tartışıyor, seslerini yükseltiyor, birbirinden nefret ettiklerini tekrarlıyorlardı. İlişkiler konusunda yeterince müthiş olmadığım için aralarındaki bu yüksek gerilimli ilişkiye herhangi bir müdahalede bulunamıyordum; zaten buna da hakkım yoktu.

Fakat garip şekilde birbirlerinin gözünün önünde olmayı sevdiklerini de seziyordum.

"Konuşacaklarınız varsa ben durağa yalnız yürürüm," dedim.

Yüzünü tekrar bana çevirerek derin bir iç çekti. Bir anda gözüme çok yorgun görünmüştü, ayrıca kırgın da. "O arızayla uğraşamam," dedi ve ilerlemeye devam etti. 

İyi hissetmesi için yüzüne karşı gülümsemiştim ki, Kuzey o gür sesiyle, "Peri," diye bağırdı.

Fakat bu kabalığa giriyordu. Yolumuzu kesmişti, Peri'de farkında olup gelmeyeceğini göstermişti ama hâlâ ısrar ediyordu. Bu kez arkama Peri'den önce döndüm ve kaşlarımı çatmadan edemedim. Başını arabanın kapısından dışarıya çıkarmış, Peri'ye bakıyordu. Yağmur yağdığı ve çok yakınımda olmadığı için duygularını anlamakta zorlanıyordum ama bir konudan ötürü çaresiz görünüyordu. 

"Pes etmeyecek," dedi Peri, ıslanan yüzünü bana dönerek. Kuzey'in arabadan çıkmak için hareket ettiğini gördüm. "Ben onunla konuşayım, sen duraktan kendine bir taksi çevir."

Gitmek için hareket ettiğinde, kaşlarımı çatıp elinden sıkıca tuttum. "Affedersin, niyetim asla işinize karışmak değil ama onunla gitmek zorunda değilsin. İstediği hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Anlıyorum, iletişim şekliniz biraz farklı ama kimsenin seni yönlendirmeye hakkı yok."

Dönüp Kuzey'e baktım. Arabasının önünde, yağmur altında ıslanarak Peri'nin yanına gelmesini bekliyordu. Kusura bakmasın ama bunun yalnızca bir seyircisi olamazdım, gerektiği yerde hiçbir kadını yalnız bırakamazdım. Peri bana gülümseyip, "Dediğin gibi, bizim iletişim şeklimiz farklı," diye izah etti. "Bana bir şey yapmaz.”

Evet, her ilişkinin benim istediğim gibi olmasını elbette bekleyemezdim. Yine de Kuzey'in kendisine karşı yapabileceği herhangi bir zorlamaya karşı uyarmak istemiştim. Onların iletişim şekli buysa haddimi çok aşamazdım. Başımı sallayıp, "Dikkat et," dedim ve onu serbest bıraktım.

Arkasını dönüp Kuzey'e ilerledi. Kuzey onun kendisine doğru ilerlediğini görünce rahatlamış göründü, ellerini belinden indirip bekledi. Peri ıslak zeminde, yağmurun altında koşarak yanına vardı ve ellerini kaldırıp bir şeyler söylemeye başladı. Kuzey'se onun dirseğinden tutup kendisine çekti, yüzüne eğilip daha sakinlemiş şekilde bir şeyler söyledi. Dirseğini okşayıp arabayı gösterdi.

Peri bir şeyler söylenerek arabaya bindiğinde, Kuzey'de ıslak saçlarını düzelterek kapıyı açtı ve şoför koltuğuna yerleşti. Önüme döndüm ve şemsiyeyi tutan, kızarık elime bakarak taksi durağına ilerledim. Araba birkaç saniye sonra yanımdan geçip sokağın köşesinden dönmüştü. Bir taksi çevirip Leo'yu almaya gitmeliydim.

Durağın olduğu sokağa girdim ve üşüyen elimi nefesimle ısıtarak hızla yürüdüm. Daha fazla ıslanmak istemiyordum, üşütebilirdim. Rüzgârla beraber paltomun önü açıldığında düzeltmek için hafifçe eğildim ve aynı anda yüksek sesli bir fren duydum. Yerde biriken sular çizmelerime sıçradığında başımı hayretle yukarıya kaldırdım.

Neyse ki ilerimdeki araba bizim arabamızdı.

Ah, Kerem gelmiş olmalıydı. Arabanın içerisini göremiyordum, zaten akşam vaktiydi ve hava sisliydi. Kerem'e el salladım ve koşa koşa arabamıza ilerledim. Kapıyı açmadan önce şemsiyeyi kapatıp sularını silkeledim ve kapıyı açıp kendimi içeriye atarken, yüzümü silip şoför koltuğuna döndüm. Aaa, Kerem olduğunu düşünmüştüm, eşimdi.

"Hazer," dedim gözlerimi kırpıştırarak.

"Merhaba bebeğim," diye fısıldadı.

Onu görmeyi beklemediğim için dudaklarımı nasıl kapatacağım bilemedim. Şaşkınlığımın geçmesi için bana izin verdi ve ben şemsiyeyi ayaklarımın önüne, çantamı da arka koltuğa bırakırken buğulu amber gözleriyle beni izledi. Arabanın tavan lambası yanıyordu, silecekler de harıl harıl çalışıyordu. Önüme döndüğümde, "Palton ıslanmış," dedi yumuşak bir sesle. "Onu da çıkar." 

Gözleri yanıyordu.

Başımı sakince sallayıp düğmesini açtım ve beyaz paltomu çıkarıp kenara bıraktım. Bugün hava soğuk olduğu için abartıp boğazlı bir kazak elbise giyinmiş, bacaklarıma çizme geçirmiştim. Belimde ince, zarif bir kemer vardı ve her zamanki gibi kurdelem saçlarımdaydı.                     

Hazer sabah benden önce uyanıp gittiği için bugün ilk kez beni görüyor, benimle konuşuyordu. Elini uzattı ve kibarca dizimin üzerine koyup, "Hii," dedi iç çekerek. Yüzünü buruşturdu. "Üşümüşsün."

"Isınırım... Aşkım."

"Arka koltuk?"

Eline bir tane hafifçe vurdum. "Han!"

Elinin içiyle bacağımı sıvazlayıp ısıtmaya çalışırken, diğer eliyle direksiyonu çevirdi ve araba hareket etti. Ellerimle kollarımı sıvazlarken, "Dün ben uyuduktan sonra gelmişsin," diye fısıldadım üzülerek. Akşam yemeğine gelmemişti, geç kalacağını özür dileyerek söylemişti ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Onu beklerken koltukta uyuya kalmış, yatağımızda uyanmıştım. "Çok üzüldüm."

"Özür dilerim," dedi bir daha. Aslında özür dilemesi şart olan bir şey değildi, biz Norveç'teyken inanılmaz iş birikmişti ve o açığı kapatmaya çalışıyordu. Daha anlayışlı olmam gerektiğini hissettiğim sırada, elini bacağımdan alıp üşümüş yanağıma koydu. "Bayağı haftalık iş birikmiş, üstelik şirkete zarar verdiğim için kendimi kötü de hissediyorum. Birkaç gün daha böyle olmak zorunda."

"Tabi, anlıyorum." Yaşananlar yüzünden işleri epey aksamıştı, görmemek için zaten kör olmak gerekirdi. Benimkisi bencil bir duyguydu, ona olan aşırı düşkünlüğümdü. Neşelendim ve elinin üzerini okşayıp bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Beni özlediğin için mi geldin?"

"Seni sinemaya götüreceğim. Bugün yemek bile yemeden çalıştım ki erken çıkayım, seninle olayım."

"Ya ya!" Neşeyle ellerimi çırpıp koltuğumda ona dönerken, Han'ın parmakları ıslak saçlarımın arasına yavaşça sızdı. "Seninle film izleyeceğiz!"

Bu kadar neşelenmemi beklemiyormuş gibi biraz şaşırdı ve hızlıca başını salladı. "Evet, hiç sinemaya gitmediğimizi fark ettim. Tabi film mi izleriz, film mi çeviririz bilemem..."

"Olur olur, ikisi de olur..."

Bana gülümseyip parmaklarını dalgalı saçlarım arasından, ona has bir zarafetle kaydırdı. "Günün nasıl geçti?"

"Seni düşündüm," diye itiraf edip omzumu koltuğa yasladım. "Yeni bir hocayla tanıştım. Derste söz aldım. Biraz gerildim ama söyleyeceklerimi eksiksiz söyledim."

"Orada olup o anı izlemeyi isterdim," dediğinde sesinde gerçek bir içtenlik vardı.

Onun pürüzsüz çenesini, sakince aşağıya ve yukarıya doğru kalkan açık renkli kirpiklerini izlerken, "Öğrencin olabilirim," diyerek kendisine takıldım.

Direksiyonu soldan kırıp başka bir sokağa girerken gözlerini ufak bir aralıkta bana çevirdi ve baştan aşağıya süzerek dudaklarını iştahlı şekilde yaladı. "Ben de öğretmenin olurum o halde. Sana bazı çok önemli şeyler anlatırım, öğretirim."

Sesinde, bariz belli olan edepsiz ima karşısında yanaklarım kızarsa da ona gülümsemekten vazgeçemedim. Onu, yalnızca bir gülümsemeyle bile kazanabildiğimi biliyordum. Hazer'de bana göz kırpıp tekrar önüne döndüğünde, "Leo?" Dedim, çıkış saati geldiği için. "Onu almayı unutmayalım."

"Kerem'e ricada bulundum. Alıp ilgilenecek."

"Ama beni isterdi o şimdi, aç gelecek okuldan..."

"Mila, dolap ağzına kadar dolu. Keremle niye aç kalsın?"

Tabi öyleydi, çok şükür yiyebileceği sınırsız şey vardı ama onu okuldan alıp her şeyiyle ilgilenmeye, onun için bir şeyler yapmaya çok alışmıştım. Beni arardı, biliyordum kardeşimi. Ona başımı sallasam da telefonumu çıkarmama engel olamadım, Kerem'i arayıp Leo ile konuştum. Okuldan yeni çıkmıştı, sesi iyi geliyordu ve derhal öğretmenin verdiği ödevler yüzünden sızlanmaya başlamıştı.

Bu çocuk okulu bırakır...

Telefonu kapattım ve heyecanla Hazer'i izledim. Dediğim gibi dün onu özlemiştim, şimdi vakit geçirmek beni çok mutlu edecekti. Hazer ısınamadığım için yol üzerinden Starbucks'tan ikimize de sıcak içecek aldı. Kerem olsa yine kapitalizmden bahsederdi sanırım ve boykot edip kahveyi içmezdi. Onun elinden sıcak çikolatamı alıp içtim ve içeceğin yanına aldığı kurabiyeyi yedim.

"Güzel," dedim kurabiye yerken.

"Güzel mi," diye beni taklit etti.

Sıcak çikolatamı da beraberinde içtim. "Bu aylar bana hep seninle tanıştığımız o ayları, haftaları hatırlatıyor."

O zaman da yağmur yağıyordu. 

"Bana da sırf seni görmek için sahafa gelip aptalca bahaneler ürettiğim zamanları anımsatıyor."

Kıkırdadım, demek böyle yapıyordu. Biraz ağzını arasam fena olmazdı. Fakat ona soru sorduğumda dudaklarına hayali bir fermuar çekerek beni cevaplamayacağını belli etti. Yine de sıcak çikolatamı içerek ona ısrar ettim, kendini utandıramayacağını söyledi.

Arabamız bir AVM önünde durduğunda elimdekileri torpidoya bıraktım ve arka koltuktan kabanımı aldım. Hazer'de kendi siyah kabanını giydi ve sonra ilgiyle benim düğmelerimi kapattı, sıcak dudaklarını çenemin altına bastırıp bugün apayrı bir tatlı olduğumu söyledi.

"Tatlı krizine girme," diye şaka yaptım ona.

Bu kez gözlerini bile devirmedi. 

Onunla aynı anda kapılarımızı açıp dışarıya çıktık. Çizmelerim bacaklarımın ıslanmasını büyük oranda engelliyordu. Hazer çabucak yanıma yetişip elimden tuttu ve benimle AVM'nin basamaklarını çıktı. İçeriye geçip güvenliği aştıktan sonra yürüyen merdivenlere ilerledik. Bir kat çıktık, bir kat daha çıkmak üzereydik ki Hazer gülümseyerek bana ilerideki bir mağazayı gösterdi; Victoria Secret.

Muhtemelen beni tatlı şekilde utandırmayı planlıyordu ama ben elinden tutup onu mağazaya çekmeye başladığımda ağzı bir karış açık kaldı. Hafifçe kızarmaya başladı ve ben onunla mağazanın içine girince, "Mila, sen baksan ya," dedi kısık bir sesle. Ensesini kaşıdı. "Bu kadar iç çamaşırı arasında ne yapmamı bekliyorsun?"

"Sadece parfüm alacağım," dedim ve onu zor durumda bırakmaktan utanç duyacağım bir keyif aldım.

Beraber parfümlerin bulunduğu reyona ilerledik ve Hazer omzunu reyonun kenarına yaslayıp beni izlerken, uzanıp denemek için bir parfüm aldım. Ambalajı çok hoşuma gitmişti, kapağını açtım ve Hazer'in bileğine uzandım. Parfümü bileğinin içine sıktım ve bileğinin altından nazikçe tutarak burnumu yaklaştırdım. "Hımm, çok şekerli."

Bileğini bıraktığımda Hazer'de elini kaldırdı ve sıktığım parfümü koklarken dudak büktü. "Evet, hoşlanmadım. Senin tenin daha iyisini hak ediyor."

Eliyle yanağımı okşarken reyona baktı ve gözüne kestirdiği parfüme uzandı. Ambalajı çok şık, uzun, pembe renkli bir parfümdü. Bana dönüp parfümün kapağını açtı ve bileğimi nazikçe tutup hafifçe sıktı. Parfümün kokusu hafifçe yayıldı ve ben havayı koklarken, Hazer'de bileğimi koklayıp hoşnut kalmış gibi gülümsedi. "Bayıldım, tenine çok yakıştı. Kibar bir koku, tam senlik."

Ben de baktım ve kokunun hoşuma gitmesiyle beraber fiyatını görmek için başımı çevirdim. "Çüş... Ah, bu ne!"

Hazer tepkime gülümseyip parfümün fiyatına baktı ve sonra burnuma fiske atıp, kutusundaki açılmamış parfümü aldı. Elimi tutup yürümemi sağladığında, "Çıldırdıysan söyle," dedim kısık bir sesle. "Bu çok pahalı. Ben kendi paramla almak istiyordum, senin almanı değil. Bu beni biraz aşıyor hayatım."

"Dün gece seni yalnız bıraktım. Rica ederim bunun telafisi olarak düşün..."

"Üç bin iki yüz liralık bir telafi mi? No mi vida, no..."

Her ne kadar sızlansam da Hazer gayet ciddi şekilde kasaya yürüdü ve parfümü alırken kartını kullanmayı istedi. O halde yarı yarıya ödeyebileceğimizi söyledim, normalde bunu da kabul etmezdi ama gerçekten böyle olduğunda daha iyi hissedeceğimi gözlerinde gördüğü için kabul etti. Parfümü beraber aldık, böyle kendimi gerçekten daha iyi hissettim. 

Mağazadan çıktığımızda hâlâ çok beğendiğim parfümü bileğimden kokluyordum. Hazerle beraber bir kat daha çıktık, sineme salonunun olduğu yere ilerledik. Uzun, dar koridora girip gişeye girdik ve filmlere baktık.

"Korku filmi?" Dedi, kolunu omzuma atarken.

"Animasyon?"

Bu onun için romantik bir filmden daha iyiydi, bu yüzden başını sallayıp animasyon filminin afişine baktı. Korku filmleri benim için iç açıcı değildi, bir dram filmine de girmek istemiyordum. Hazer'i ikna etmek için önüne geçip kollarımı boynuna doladığımda, dudaklarını alnıma koyup başını salladı. "Karım ne isterse ne zaman isterse nasıl isterse..."

"Çok iyisin Hazer, tüm iyilikler seni bulsun."

"Bunu o kadar çok söyledin ki gerçek oldu, sen karım oldun, bütün iyilikler beni bulmuş oldu."

Gişeden biletlerimizi alıp salona girdik ve Hazerle beraber en arkalarda, filmi rahat izleyebileceğimiz koltuklara oturduk. İçerisi sıcak olduğu için paltomu çıkardım, dizlerime örttüm. Han'da beni takip edip paltosunu çıkardı, gömleğinin düğmelerini kapatıp koltuğu hafifçe arkaya doğru yatırdı. 

"İki paket mısırı yiyebilecek misin Mila?"

"Seninleyken çok mutlu oluyorum. Mutlu olunca da bir şeyler atıştırmayı seviyorum."

Mısır paketini dizlerim üzerine bırakırken, "Sana kilo aldırmayı bu şekilde planlamamıştım," diye mırıldandı.

Hazer Han ve sayısız kere yaptığı çocuk iması.

O önüne dönerken ben ona sevgi dolu gözlerimle baktım ve o an içimden gelen bir karar verip mutlulukla ellerimi sıktım. 

Saçlarımı, boğazlı elbisemin omuzlarına koyup kafamı da koltuğa yasladım ve istemsiz şekilde onun elini arayışa çıktım. Parmaklarımız denk geldiğinde, kendi parmaklarımı elinin içine kaydırdım ve geniş sineme ekranındaki fragmanlara baktım. Hazer'de elimi hisseder hissetmez kavradı ve diğer elini hiç de sürpriz olmayan bir yere koydu; dizime.

Tamam, ben de onun omuzlarını çok seviyordum ama bu bacak sevdası...

Reklamlar bittiğinde ve filmin jeneriği başladığında uzanıp mısırımdan bir tane ağzıma attım. Animasyonun ilk sahnesi açıldığında gözlerimi salonda dolaştırdım. Kalabalık bir salon değildi, daha çok küçük yaşta insanlar vardı. Ve gençler. Mısırımdan atıştırmaya devam ederken, animasyonun neşeli müziğine gülümsedim. 

"Bu kalbim için hiç adil değil," dediğinde neyi kastettiğini anlamak için ona döndüm. "Böyle güzel gülmen hiç adil değil."

Bileklerimi ona uzattım. "Tutukla beni."

Tebessüm ederek önüme döndüm, mısırımı yiyerek animasyonu izledim. Animasyonların daha eğlenceli olduğunu sanıyordum ama bu duygusal başlamıştı. Hazer tüm dikkatini vererek izlemiyordu, bunu dizimdeki elinin ritmik oynamasından anlayabiliyordum. Yüzüğü dizime çarpıyordu, parmakları çizmemin başladığı noktaya inip sonra tekrar yukarıya çıkıyordu. Yüzüne bakamadan mısır çerezlerini dudaklarına uzattığımda, dudakları parmağıma sürttü ve çerez elimden kayboldu.

Filmin ilk yarısı boyunca neredeyse dudaklarım titremişti, tabi bazı zamanlar gülmüştüm ama çoğu zamanında duygusal hissetmiştim. Hazer'de çok sessiz kalmış, yalnızca dizimi tutmuştu. Sıcaklığımla, bana temas halinde olmakla kafayı bozmuştu. Filmin ilk yarısı tamamen bittiğinde ve ışıklar açıldığında ondan tarafa döndüm ama onun gözlerinin kapalı olduğunu görünce afalladım. Ah, bu kadar mı yorgundu? Bu kadar mı fersizdi? Bu rahatsız edici koltukta oturacak kadar mı? Ah bebeğim, bilseydim eve gitmemize teklif ederdim. Bir de bencillik edip çok çalışmasından şikâyetçi olmuştum. Bizim için, sahip oldukları için fedakârca çalışıyordu. Onu anlamakla beraber ona üzülüyordum da. Kıyamayarak elimi boynuna götürdüm, gömlek düğmesinin birini açarak onu rahatlattım. "Evde olsaydık sana masaj yapardım."

Elimi boynuna koydum ve animasyon kaldığı yerden devam ederken çillerini görmek için başımı biraz ona yakınlaştırdım. Çillerini görünce kalbim hoşnut kaldı, bir şekilde onu daha iyi tanıdığımı hissettim. Boynunda sakince atan nabzı okşarken bir diğer eline uzandım ve onu nazikçe sıcak karnıma koydum. Elinin sıcaklığını hissederken sonsuzluğumun yüzüne bakarak huzurla gülümsedim.

BÖLÜM SONU.